UZAKLARDA BİR YERDE
Evren… Yaklaşık 13 trilyon yıl önce büyük bir enerji kümesinin patlamasıyla oluşmuş çok boyutlu dev bir ortam. Bu büyük patlamanın adı Big Bang olarak geçiyor. Big Bang’den sonra o kadar yüksek derecede enerji açığa çıktı ki evren saniyeler içerisinde milyarlarca kilometre genişledi. İşte o zamandan bu zamana kadar bu genişleme hala devam ediyor. Evren genişledikçe galaksiler arası boşluk arttı. Şu an gözlemlenebilir evrenin büyüklüğü yaklaşık olarak 93 milyar ışık yılı. Işık yılı demişken ışık yılının ne olduğuna değinmek istiyorum. Biliyorsunuz ki ışığın hızı sonsuz değildir. Işığın hızı saniyede 300.000 kilometredir. Işık yılı da ışığın bir yılda aldığı mesafeyi gösterir. Unutmayın ki ışık yılı bir zaman birimi değil mesafe birimidir. Bu yaklaşık 9,5 trilyon kilometreye eşit. Yani sonuç olarak evrenin bir ucundan çıkan ışığın diğer ucuna gitmesi 93 milyar yılı alıyor. İşte bu kadar büyük olan evrende 343 m/s gibi küçük bir hıza sahip ses ne kadar hızlı iletilebilir?
Geçtiğimiz yıllarda kilometrelerce uzunluğa sahip birleştirilmiş gözlemevleriyle yapılan bir ölçümde Dünya’nın birdenbire sarsıldığı belirlenmiş. Araştırmalar sürdükçe işin aslı ortaya çıkmış. Dünya’nın oluşmasından bile önce 2 büyük karadeliğin çarpışması sonucu ortaya çıkan enerji dalgaları Dünya’ya daha yeni ulaştığı tespit edilmiş. Düşünün Dünya’nın oluşumundan önce Evren’in öbür ucunda bir patlama oluyor daha sonra Dünya’da yaşam belirtileri başlıyor, dinozorlar gelip geçiyor, insanlar geliyor ve ilkel çağlardan gelişmiş teknolojilere geçiş yapıyor en sonunda bu patlamayı ölçebilecek cihazlar geliştirdiği zaman patlama sonucu oluşan dalgalar Dünya’ya yeni ulaşıyor. Kısacası dalgaların gelmesi milyarlarca yılı buluyor. Akıl almaz bir durum. Bütün bu şeyleri göz önünde bulundurduğumuz zaman ise akla bir soru takılıyor. Peki ya daha duymadığımız neler var?
İnsan biricik gezegenimizdeki tek akıllı yaşam formudur. Bir akla sahip olduğu için insan; her zaman merak eder, soru sorar, araştırır ve bir cevap arar. Günümüzde geldiğimiz bu gelişmiş noktaya da merakıyla gelmiştir. O kadar çok şey merak etmiştir ki. Mesela kuşlar nasıl havada süzülebiliyorlar deyip uçağı keşfetmiştir. Daha hızlı işlem yapabilmenin yollarını aramış ve hesap makinesini bulmuştur. Teleskobun keşfiyle insan gözünü yukarılara dikmiş ve evrenin büyüklüğüne şaşıp kalmıştır. Ardından şu soruyu sormuştur: Biz bu koca evrende tek akıllı canlı olamayız, peki ya o zaman diğerleri nerede? Daha sonra bu sorusuna cevaplar aramıştır. İnsanlar dünya dışı akıllı yaşam arayışlarında çeşitli tezler ve denklemler ileri sürmüşler. Bunlardan en önemlilerinden biri 1961 yılında Frank Drake tarafından bulunan ‘’Drake Denklemi’’. Bu denklem bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisinde teorik olarak bulunması gereken akıllı yaşam formu sayısını belirtiyor. Asıl şaşırtıcı olan kısmı ise denklemin sonucu. Bu sonuca göre sadece bizim galaksimizde binlerce akıllı yaşam bulunması gerek. Evrende ise bu sayı milyarlarca. Öyleyse nasıl olur da biz hala bir tanesini bile bulamamış oluruz?
Drake Denklemi bilim insanlarını araştırmaya daha çok teşvik etti ve 1977 yılında Voyager 1 ile Voyager 2 uzay sondaları uzun bir yolculuğa gönderildi. Ama bunlar sıradan sondalar değil. Bu sondalar benim fikrimce insanlığın akıllı bir yaşam bulma isteğini en çok kanıtlayan şeylerden biri. Çünkü bu sondaların içine Da Vinci’nin insan anatomisini anlatan resimleri, içinde Türkçe’nin de bulunduğu onlarca farklı dilin ses kaydı, Dünya’daki değişik canlıların sesi, birçok şarkı ve içinde Orhan Pamuk’un, Yunus Emre’nin, Mevlana’nın da şiirlerinin bulunduğu bir sürü sanat eseri… Bütün bunların elbet tek bir amacı vardı: evrende var olduğunu düşündüğümüz akıllı canlılara kendimizi fark ettirmek. Dostane bir yaklaşımda bulunduğumuzu anlatmak. Bu sondalar şu anda Güneş sistemimizi terk etti. Yıldızlar arası boşlukta ilerliyorlar ve eğer bir terslik olmazsa uzun yıllar yolculuk edecekler. En sonunda Alpha Centeuri yıldızının çekim alanına girip yıldıza çakılacaklar. Tabii bir yaşam onu bulmazsa. Öyleyse bir sorum olacak. Biz uzaya bir merhaba mesajı niteliği taşıyan 2 sonda gönderdik. Peki ya diğer yaşamlar da bize aynı şekilde bir merhaba mesajı gönderdilerse?
Bu oldukça mümkün bir durum. Hatta neredeyse bu mesajı bulduk diyorduk ki son anda durum değişti. 2015 yılında Güneş Sistemimize yabancı bir madde girdi. Bu madde ne bir göktaşı ne de bir kuyruklu yıldızdı. Üstüne gelen ışığı gereğinden fazla yansıtarak anormal derecede parlak, gittikçe hızlanan ve bu hızlanmayla hiçbir gezegenin çekim alanına girmeyerek hareket eden bir cisimdi. Aynı zamanda şekli ilginçti. İnce ve uzun silindirik bir şekli vardı. Tıpkı bizim araştırma sondalarımız gibiydi. Bu maddenin başka bir akıllı yaşam tarafından kullanılan bir uzay üssü olma ihtimali çok yüksekti. Bu cisim birkaç ay sonra Güneş Sistemimizden çıkıp gitti. Bilim insanları bunun bir uzay sondası olmadığını söylediler. Bu garip şekilli cisim uzaklaşıp gitti. Biz onu tam olarak açıklayamadık. Şöyle düşünün ilkel çağlarda bir mağara adamı sahilde bir akıllı telefon bulsa onu nasıl yorumlardı? Büyük ihtimal telefonu diğer taşlar gibi bir taş olarak düşünür ve onu kullanırdı. Biz de aynen böyleyiz. Bir cisim bulduk ve onu gökcismi olarak yorumlayıp bıraktık. Belki de bu gerçekten bir kanıttı. Belki gerçekten bu sefer bulmuştuk uzaydaki akıllı yaşamları. Kim bilir? Unutmayın ki biz sadece 40-50 senedir antenlerimizi dikip kanıt arıyoruz. Belki de dinlemeyi bilmiyoruz? Ya da aslında uzaydaki akıllı yaşamlar Dünya’ya çoktan geldi. Ama o zamanlar daha insanlar Dünya’da olmadığı için bu gezegende akıllı yaşam yok deyip ayrıldılar. Araştırmalar hala devam ediyor. Uzay araçları gönderilip bir cevap aranıyor. Ben şundan eminim ki insanlığın bu yoğun çabaları bir gün sonuç verecek ve en sonunda istediğine ulaşacak.
Kısacası çok büyük bir evrende yaşıyoruz. Akıl sahibi olmamızın bir sonucu olarak merak edip araştırıyoruz. Sorulara cevaplar arıyoruz. Hala daha birçok teoriye sahip olduğumuz fakat bir türlü kesin cevap bulamadığımız akıllı yaşam konusunda belki cevap bulmaya çok yakınız. Belki de hiçbir zaman gerçeği öğrenemeyeceğiz. Ama kesinlikle yapmamız gereken bir şey var. Şu anda varlığı kesin olan, üzerinde yaşadığımız biricik Dünyamıza sahip çıkmak. Akıllı yaşam formu olsun olmasın her türlü şekilde bu güzel Dünyamıza sahip çıkmalıyız. Bir bakın Venüs’e. Cehennem sıcağı, asit yağmurları. Sonra Dünyamıza bakın. Her türlü güzel imkânı ile adeta bizim için var. Yani daha varlığı bile belli olmayan akıllı yaşamlara güvenip bu güzel dünyamızı yok etmeyelim.