Işık çoğu için garip bir insandı. Renkleri severdi, yeni şeyler öğrenmeyi severdi. Belki büyük şehirler için bu normaldi ama onun yaşadığı küçük köyde bu herkes için çok garipti. Herkes için zorunlu olan okula gitmesi sonra da köyde hayatta devam etmesi gerekirdi. Tabbi ki o bunu yapmak istemiyordu. O da Kristof Kolomb gibi uzak diyarlara açılmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu ama bunu kimseye söylemiyordu çünkü bu herkesin onu daha garip görmesine yol açardı. İşte bu yüzden bu küçük örümcek kafalı köye böyle büyük bir yarışma gelince havalara uçmuştu.
Işık öğretmeninin yanına adını yazdırmak için gitti kazanan İngiltere’ye gidiyordu. Bizim için normal bir şey ama onun için bu muhteşem bir olanaktı. Işık okula geç kalmıştı ve ona rağmen adını yazdıran tek insandı. Bu onu şaşırtmıştı. Onu daha çok şaşırtan adını yazdırınca öğretmenin şaşırmasıydı. Öğretmenine niye şaşırdığını sorunca öğretmeni “10 yıldır bu yarışmaya bu okuldan sadece sen katıldın” demeseydi. Bu cevap kararını cidden kendisine sorgulatmaya başlamıştı. Cidden çok mu saçmaydı? Herkesin ona yapması gerektiğini söylediği şeyi yapıp bu saçma şeyleri bırakmalı mıydı? Yarışmaya girse bile kazanamayacaktı ki. Ama bırakmak için çok geçti artık adını yazdırmıştı ve akıllı sayılırdı. Sonuçta notları iyiydi. Bu işe yarardı değil mi?
Bir pazartesi arkadaşları Işık’ı oyun oynamaya çağırdılar. Işık “Hayır, öğretmenle yarışmaya hazırlanıyorum” dediğinde çok şaşırmışlardı. Zaten kazanamayacağı o şey için çalışıyor muydu? Herkesin aklındaki düşünce buyken Işık’ın düşüncesi tamamen farklıydı. Işık “Gerçekten kazanıp İngiltere’ye gidebilirim. Belki büyüyünce bunun sayesinde şehir dışında okurum diye düşünüyordu.
Sonunda o gün gelmişti, yarışma günü… Işık hem heyecanlı hem de stresliydi ve süre başladı. O da çözmeye başladı. Soruların çoğunu biliyordu ve yapabiliyordu. Sonunda sınav bitti. Geriye kalan kısım en kötüsüydü beklemek. Bitmeye bir uzun ay boyunca bekledi. Sonunda açıklanma günüydü. Bu imkansızdı, 3. olmuştu İngiltere’ye gidiyordu.