Bunu neden kazandığını anlayamamıştı. Çok da başarılı sayılmazdı. Arkadaşları başarılı
olduğunu söylese de o kendisinin, bunu hak edecek kadar iyi olduğunu düşünmüyordu. Yılın
elemanı… 3 koca yılın sonunda seçilen o olmuştu işte. Bedava tatil armağanlı, yılın elemanı.
Kulağa hoş geliyordu aslında. “E hadi gidip bavulumu hazırlayayım o zaman” dedi Gökçe.
Herkes alkışladı.
Ertesi gün Gökçe patronunun aldığı uçak biletiyle tatil yerine uçtu. Adadaki eve gitmek için bir
tekneye bindi, tekne kaptanının neden ona tuhaf tuhaf baktığını anlayamadı. Adaya vardığında adada sadece onun kalacağı ev olduğunu, başka hiçbir ev bulunmadığını fark etmesi çok uzun
sürmedi. “Peki ben gıda ihtiyacımı nasıl karşılayacağım?” diye sorarak tekne kaptanına döndü ama tekne çoktan adadan uzaklaşmıştı.
Ev, adanın en tepesindeydi ve onu uzun bir yürüyüş bekliyordu, hava da hafiften kararmaya
başlamıştı. Bavulunu sürükleye sürükleye giderken bir anda bavulunun tekerleri kırıldı, Gökçe
dengesini kaybedip yolun kenarına düştü. Bacağı çok ciddi yara almıştı “Ne işim var benim
burada, nasıl bir tatil bu?” diye söylenirken çalıların arasında bir çıtırtı duydu. Hemen toparlandı ve seke seke yürümeye devam etti.
Eve vardığında evin kendi havuzu olduğunu ve evin dışarıdan görüntüsünün mükemmel
olduğunu görünce tüm acısı ve siniri bitiverdi. Onu kapıda evin sahibi Cenk Bey karşıladı,
“Hoşgeldiniz Gökçe Hanım, biz de sizi bekliyorduk, inşallah yolculuğunuz iyi geçmiştir” deyip,
Gökçe’yi içeri buyur etti.
Evin içi de bir o kadar mükemmeldi. İçeride akşam yemeği hazırdı, Gökçe hemen sofraya
oturdu. Yemeği Zeynep Hanım servis etti. Gökçe ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Tam o
sırada telefonu çaldı, tanımadığı bir numara arıyordu, açıp açmamak konusunda birkaç saniye
düşündü ama ne olabilirdi ki? Telefonu açtı. Arayan patronu Sedat Bey’di. “Nasılsın Gökçe?
Nasıl geçti yolculuğun?” diye sordu. Gökçe “İyiydi Sedat Bey, ev de çok güzel, çok teşekkür
ederim tekrar.” diye duyduğu mutluluğu dile getirdi. Sedat Bey “Gökçe, adada yürürken
adımlarına dikkat et” deyip, telefonu kapattı. Gökçe tam olarak Sedat Bey’in ne demek istediğini anlayamadı ama çok da sorun etmedi ve yemeğine devam etti.
Gece olmuş, Zeynep Hanım sofrayı toplamış, mutfakta bulaşıkları yıkıyordu, Cenk Bey
Gökçe’ye odasını göstermişti, Gökçe eşyalarını bavulundan çıkartırken birden aşağıdan bir
kapı kapanma sesi geldi. Gökçe korkarak aşağı indi “Cenk Beyyyy, Zeynep Hanımmmm” diye
seslendi fakat hiç ses yoktu. Belki oradalardır diye mutfağa gitti. Mutfakta da kimse yoktu.
Gözü, tezgahın üzerindeki nota ilişti. Notu eline aldı, okudu, notta tek bir cümle yazıyordu.
“Adımlarına dikkat et!” Gökçe korkmaya başlamıştı, hemen telefonunu almak için yukarıya
odasına koştu. Sedat Bey’i aramak için telefonunu eline aldı, çünkü Sedat Bey’in neler olduğu
hakkında bir bilgisi olabilir diye düşündü, sonuçta bu evi o seçmişti. Telefonunu alıp aramaya
bastı, telefonu arama yapmıyordu. Gökçe” Nasıl olur, daha az önce çalışıyordu.” diye
söylenerek ve biraz da korkarak, aşağı inip interneti kontrol etti. İnternet kablosu kesilmişti.
Gökçe korkudan titremeye başlamıştı ki bir anda dışarıdan gelen bir ses duydu. Ne yapacağını
bilemiyordu, koşarak adanın alt tarafına gitse hava çok karanlık, hem oraya gitse ne olacak?
Kafasını toparlayamıyordu.
Birden evin telefonunun çalmaya başlamasıyla, Gökçe yerinden fırladı. Korkarak telefonu açıp
“Alo” dedi. Telefondaki ses “Adımlarına dikkat et!” deyip kapattı. Gökçe korkudan donmuştu,
telefondaki ses Sedat Bey’in sesiydi.
Sonra evin kapısı çok hızlı ve çok güçlü bir şekilde yumruklanarak çalınmaya başladı. Gökçe
neyin içinde olduğunu, ne yapacağını ve bundan nasıl kurtulacağını asla bilemeyen bir halde,
yukarı odasına koştu. Kapı, uzun bir süre yumruklanmaya devam etti. Gökçe odada nereye
saklanacağını bilemedi ve yatağın altına girdi. Yatağın altında bir sandık vardı. Bir süre sonra
kapının sesi sona erdi, Gökçe biraz daha yatağın altında bekledikten sonra sürünerek yatağın
altından çıktı. Sandığın içindekileri merak etti, belki bir ip ucu bulabilirdi. Sandığı açtı, sandığın içi küçük bir kız çocuğuna ait eşyalarla doluydu. Fotoğraflar, kızın çizdiği resimler, oyuncaklar, kıyafetler… Kızın tüm eşyalarında ADE yazıyordu, herhalde kızın adı veya adının baş harfleri olmalıydı… Fotoğraflara baktı, kız çok tatlıydı, Gökçe başına gelenleri bir an unutarak, fotoğraflara bakmaya daldı. Bir fotoğrafta kızın yanında bir kadın vardı, muhtemelen bakıcısı olan bir kadın, çünkü diğer fotoğraflarda annesi olduğunu tahmin ettiği o kadına hiç benzemiyordu, bu kadın, kısa boylu ve aşırı zayıftı, tıpkı annesi gibi ah anacığı ne yapıyordu acaba, geldim diye haber vermeyi de unutmuştu, kesin çok merak etmişti Gökçe’yi. Ama bir tuhaflık vardı, fotoğraftaki kadının yüzü karalanmıştı.
Kapı tekrar yumruklanmaya başladı. Gökçe dalmış olduğu kızın fotoğraflarının arasından bir
anda kendine geliverdi. Aşağı mutfağa indi, eline bir bıçak aldı, ne olursa olsun artık deyip
kapıyı açtı!
Sedat Bey karşısında duruyordu ve sinirli görünüyordu. Gökçe tanıdık bir yüz görmenin
şaşkınlığı ile Sedat Bey’e sarıldı. Sedat Bey Gökçe’yi öyle güçlü geri ittirdi ki, Gökçe salonun
ortasına kadar fırlayıp, yere düştü. Hiçbir anlam verememişti. Sedat Bey üzerine doğru çok
kızgın bir şekilde geliyordu, Gökçe elinden fırlayan bıçağı almaya çalışırken, Sedat Bey bıçağa
ayağıyla tekme attı. Boğuşmaya başladılar, Gökçe Sedat Bey’in elinden kurtulup bahçeye koştu.
Sedat Bey de arkasından.
Sedat Bey Gökçe’ye bir anda bağırdı “sakın bir adım daha atma!” Gökçe olduğu yerde kala
kaldı. Ayaklarının altında toprağı hissetti, aşağı baktığında bir mezarın yanında olduğunu fark
etti. Mezar taşında “Ada Deniz Elmasçı 1991-1994” yazıyordu. ADE…sandıktaki isim, kızın
isminin baş harfleri…Kızın mezarıydı bu.. Soyadı da Elmasçı… Elmasçı mı? Gökçe olayı
anlamaya çalışıyordu.. “Kızım, canım kızım Ada Deniz..