Bin sekiz yüz seksen yılları arasında askerlikte rol alan bir asker varmış. O askerin adı Mehmet’miş. Mehmet savaşa gidiyormuş ve giderken ağlayan eşine, “Merak etme canım eşim, geri döneceğim. Oğlum uyuyor ama sen ona benim için onu sevdiğimi söyle.” demiş ve savaşa giderken kendine bir söz vermiş. Eşine gelince çok güzel elmas bir yüzük alacaktı. Görev yerine vardıktan sonra albay ona görevlerinin nerede olacağını söylemiş. Çölün ortasında arkadaşı Onur ile onlara doğru gelecek olan kişilerin üzerinde göz tutmaları gerekiyordu. Ama tehlikeli olan şey o çölde eskiden savaş olmuştu ve orada bir sürü daha aktifleşmemiş mayınlar duruyordu. Birkaç tane düşmanın onlara yaklaştıktan sonra Mehmet Onur’u uyarmış ve onur uzaklarındaki bir mayına ateş etmiş. O mayın üzerine basıldığını zannettiği için patlamış ve düşmanlar geri kaçmış. Mehmet ve Onur bıraktıkları arabayı incelerken ikisi de ayaklarının altında bir “klik” sesi duymuş. Mehmet yerinde kalmış ve hareket etmemiş. Azıcık uzağındaki arkadaşı Onur hareket etmiş ve ayağının altındaki mayın patlamış. Mehmet ağlamaya başlamış ve bunun bir rüya olduğuna inanmak istemiş. Onur “Sakın bir adım daha atma!” demiş ve ölmüş. Mehmet telsiz ile yardım istemek istemiş ama pili bitmiş. Mehmet ayağını hareket ettirmeden Onur’a ulaşmaya çalışmış ama işe yaramamış. Mehmet çantasının içindeki demir tırmanma ekipmanını Onur’a atmış ve Onur’un zırhına takılmış ve Mehmet yavaşça Onur’u ona doğru çekmeye başlamış. Mehmet, Onur’un çantasının içindeki telsizi almış ve komutanı aramış. Kurtarma helikopterlerinin 42 saat sonra geleceğini öğrenen Mehmet yatmış ve dinlenmeye başlamış. 5 saat sonra Mehmet acıkmaya başlamış ve çantasının içindeki sandviçi yemiş ve suyunu içmiş. Çöl acayip soğuk olmaya başlamış ve Mehmet artık halüsinasyon görmeye başlamış. Arkadaşı Onur ve ailesini görmeye başlamış ve hepsi “Dikkatli ol!” diye bağırmaya başlamış. Mehmet kafasını sallamış ve bir köpek sürüsü görmüş.
Mehmet köpek sürüsüne ateş etmeye başlamış ama köpekler daha fazla yaklaşmış. Köpekler arkadaşı Onur’un vücudunu alıp kaçmaya başlamış. Mehmet o gece ayağını hareket ettiremediği için uyuyamamış. Mehmet mayının gerçek olup olmadığını merak etmiş. Dokununca metal sesi duymuş ve elini hızlıca çekmiş. Mehmet uyanmış ve 24 saat olduğunu fark etmiş. Mehmet insansı bir figür görmüş ve silahını ona doğru doğrultmuş. O insanın gerçek olduğuna inanmayıp bir halüsinasyon olduğunu sanmış. Aslında o sadece bir yabancıymış ve Türkçe konuşarak “Ayağını çekmek isteyebilirsin.” demiş. Mehmet, “Sen beni aptal yerine mi koyuyorsun? Eğer ben ayağımı çekersem mayın büyük ihtimalle patlar!” dedikten sonra yabancı ona “Beni dinle. Burada birkaç gece daha kalabilirsin, ya da sadece gidebilirsin, senin tercihin.” Yabancı uzaklaşmaya başlamış. Mehmet arkasından bağırarak onu yalnız bırakmamasını söylemiş. Yabancı hiçbir şey demeden kaybolmuş. O akşam çölde büyük bir fırtına olmuş. Mehmet ayağını “mayının” üzerinden çekmeyi düşünmüş. Yabancı tekrar gelip ona bir adım daha atmasını söylemiş. Mehmet artık acıya dayanamamış, eşine kendi kendine özür dilemiş ve…
*klik*
bir adım daha atmış.
Ama Mehmet şaşırmış. Neden mayın patlamamıştı? Mehmet “mayına” bakmış ve boş bir fasulye tenekesi olduğunu görmüş. Bir helikopter görmüş ve helikopterle eve dönmüş. Komutan ona cesur ve azimli davranışı yüzünden onu tebrik etmiş ve ona altın bir madalya vermiş. Mehmet komutana sormuş: “Komutanım, tekrar çok teşekkür ederim ama ben ayağımı çektiğimde mayın neden patlamadı?” Komutan ona demiş: “Yahu güzel kardeşim, sen antreman sırasında uyuyor muydun? Orada biz sana bir bombaya bastığında aniden patlayacağını söylemedik mi?” Mehmet utanmış ve kuyumcuya gitmiş. O altın madalyayı para yerine bozdurmuş ve eşine söz verdiği gibi bir elmas yüzük almış. Eşi ağlayarak ona sarılmış ve “Yüzük önemli değil, hayatta kaldın. Benim için en güzel hediye bu benim azimli kocam.” demiş ve sarılmışlar. Oğlu bunu duyarak ağlamış ve Mehmet’e koşarak sarılmış.
Son.