Bir gün bir otel odasında, kulağıma denizden sahile vuran dalgaların bağımlılık edici sesiyle uyandım. Odanın içine yeni yeni yükselen güneşin parlak ışığı perdelerin arasından içeri süzülüyordu ve beraberinde düştüğü yeri ılıtıyordu. Güzel ve rahatlatıcı bir sıcaktı. Bir süre sonra fark ettim ki burası ne benim kaldığım otelin odasıydı ne de bir otel odası rezerve ettiğimi hatırlıyordum. Ben derin bir rüyanın içindeydim.
Odada sanki benim için hazırlanmış bir kahvaltı vardı. Acayip güzel kokuyordu ve odadan aşağıya, sahile, doğru inen bir merdiven vardı. Kahvaltıyı hapır hupur yedikten sonra üstüme askılıkta bulunan ceketi alıp giydim ve yola koyuldum. Rüzgar hafif ama soğuk bir biçimde esiyordu, sanki iliklerime kadar hissedebileceğim ama bir yandan da yumuşak, yavaş ve rahatlatıcı bir biçimde, ve ceket beni sıcak tutmayı beceremiyor olsa bile güneşin o ılık sıcaklığı beni ısıtabiliyordu. Yavaşça aşağıya indim, tahminimce saat 7 veya da 8 sularıydı ve gökyüzü garip bir renkteydi. Atmosfer sanki bir şeker gibiydi. Rengarenk, yumuşak ama bazı yerlerde sert, bulutların pastanın üstüne eklenmiş bir krema gibi gözüktüğü ve muhteşem bir ahenk içinde durduğu tondaydı. Saatlerce durup gökyüzünü izleyebilirdim ki yaptığım şey de o oldu zaten. Bilincimin bana armağan ettiği bir sandalyeye oturdum ve güneşin doğduğu yere, ufka, uzaklara doğru odaklandım. Deniz, dünyayı örten uçsuz bucaksız bir battaniye gibi gözüküyordu.
Sanki dünya uykusunda hareket ediyor ve örtü, yani deniz, dalgalanıyordu ve bu dalgalanma sonucu sahilde o bağımlılık edici patlama sesi, o kumların sarı rengi ve atmosferin sahip olduğu muazzam renk tonlaması dalgaların sahile vurmasıyla birlikte birleşiyordu ve bana sanki tekrar uykuya dalmamı söylercesine, uğultulu ama hafif, gürültülü ama sessiz bir ninni söylüyordu. Açıkçası rüya gördüğüm sırada bilincimin tekrardan bana uyuyup rüya görmemi söylemesi garip gelmişti ama o kadar güzeldi ki. Bir süre sonra oturmaktan sıkıldım ve kalkıp otelden uzaklaşmayı, sahilde yürümeyi planladım. Yürüyüşe başlamadan hemen önce dönüp otele baktım. Atmosferin o renk tonlaması değişmişti ve artık daha çok sarı ve turuncu tonlamalarındaydı. Camlardan yansıyan bu renk tonlaması ve güneşin camdan yansıması bana diğer dünyadan gelen inanılmaz bir his verdi. İçim kıpır kıpır oldu ve biraz daha bakmak suretiyle orada kaldım ve oteli izledim. Yeterince has aldıktan sonra otele veda ettim ve sahilde yürümeye başladım. Her ne kadar arkama, otele, dönüp tekrar bakmak istesem bile bu hissi bastırmayı becerdim ve zihnimi o sırada yürüdüğüm sıcak kuma odaklamayı başardım. Kum sıcacıktı, yakıcı türden değil, bastığın zaman içine göçen bir oyun hamuru gibi, ayaklarımı sarmalayan o soğukta ısıtan, ayrıca beni rahatlatan ve içimde daha çok yürüme isteği oluşturup hatta ve hatta beynime kumda yuvarlanma isteği aşılamayı sağlayan bir sıcaklıktı bu
En sonunda bir kaç kilometre yürüdükten sonra kuma yıkıldım ve yüzeyde kalmaktansa sıcak kum beni içine aldı. Etraf kararmıştı ve birden derin rüyamdan uyanmıştım. Yataktan doğrulup doğruca tuvalete gittim ve aynada kendime bakarken hayatımda gördüğüm en iyi rüyanın bu olduğuna karar kıldım.