Zekanın çoğu tanımı, çeşitli deneyimlerden öğrenme ve değişen ortamlara adapte olma becerisini içermektedir. İçgüdüsel ve otomatik davranışlar yerine düşünerek akıl yürütme ve anlama kabiliyetidir şeklinde de açıklanabilir. İnsan davranışı ve bilişinin çoğu yönü gibi, zeka da hem genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenen kompleks bir özelliktir. Başka bir deyişle çevre ve genetik yapı birbirleriyle sürekli etkileşim içindedir.
Galton’un araştırmaları özellikle zekanın kalıtsallığı üzerine yoğunlaşmıştır. Galton, genetik olarak üstün olan İngilizlerin daha çok çocuk yapmaları ve diğer bireylerin çocuk yapmalarının kısıtlanması gerektiğini, böylece toplumun refahının artacağını savunmuştur. Otörler, zekayı genetik anlamda potansiyel olarak anne ve babanın ortalaması olarak tanımlamaktadır. Öte yandan J.L. Lush 1940’ta kalıtsallık kavramını tanımlamıştır. Lush ve diğer bilim adamları davranışsal ve mental özelliklerin hem dış faktörler hem de kalıtsal faktörler tarafından belirlendiğini öne sürmüşlerdir. Bu görüş, bilim camiasında yaygın olarak kabul görmüş ve yapılan araştırmalar artık mental ve karakteristik özelliklerin hangi miktarlarda çevreden, hangi miktarlarda genlerden etkilendiğini bulmaya yoğunlaşmıştır. Bu iki etkeni keskin bir çizgiyle sınırlamak mümkün değildir. Örneğin; Saygılı ve hoşgörülü olmak genetik olarak kodlanan değil, yaşadıkça ve eğitildikçe öğrenilen birtakım davranışlardır. “Zeka yalnızca anne ve babanın ortalamasıdır, anne veya baba doktorsa çocukları zeki olur.” gibi kalıplara hapsolmuş düşünceler konuya eksik bir perspektiften baktırır ve insanı yalnızca yanılgıya düşürür. Kişi kendi çabaları ile anne ve babasının çok ötesine geçebilir ya da onlara hiç yaklaşamayabilir. Ancak zekanın genetik kaynağını göz ardı etmek mümkün değildir. Doğduktan sonra birbirlerinden ayrılmış ve hiç yüz yüze gelmemiş ikiz kardeşlerin yıllar sonra bir araya geldiklerinde kişilik özelliklerinin birbirleriyle bağdaştığı tespit edilmiştir. Bu durum genlerin etkisini vurgulamıştır. Fakat yine tek yumurta ikizleriyle yapılan çalışmalarda onların birbirlerine oldukça çelişen kafa yapısı ve kişilik özellikleri olduğu da görülmüştür. Davranışları ve zekayı tamamen genler belirliyor olsaydı, bu iki kardeşin birebir aynı davranması beklenirdi. Hepimizde 3 milyar DNA bazının %99.5’i ortaktır, bundan ötürü yalnızca 15 milyon DNA farklılığı bizi genetik olarak diğer insanlardan ayırır, ancak hikayenin tamamı bu değildir.
Karakteristik özellikleri de aynı şekilde göz önünde bulundurabiliriz. Sosyal çevre; bireyin sevgi ihtiyacını, duygusal gelişimini, psikolojik gelişimini, eğitimini, kültürel değerleri kazanmasını, sağlıklı zekâ gelişimini sürdürmesi gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan birincil kurumdur. Ve bu özellikler belli bir süre zarfında gerek aile gerekse arkadaşlar aracılığıyla biçim kazanır. İyi bir ortamda yetişmenin çocukların IQ seviyelerinin yaklaşık 10 puan arttığını gösteren bazı çalışmalar bulunuyor. Atalarımızın söylemiş olduğu” Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” sözü de onlarca satırı sadece birkaç kelimeyle özetlemektedir.
Genler azımsanmayacak farklılıklar ortaya çıkarır. Ancak yaşadığımız çevre, çevremizde gözlemlediklerimiz, öğrendiklerimiz, öğrenemediklerimiz, yetiştiğimiz çevrenin tutumu da bizi oldukça derinden etkiler. Kısacası çevremiz bizi bir ayna misali yansıtır. Dolayısısıyla daha kaliteli yaşam ve sağlıklı bir zihin için özellikle henüz gelişme çağındayken, fikirlerimizin kafamıza yeni oturduğu ve aklımızda cevapsız soruların bulunduğu bu dönemde, çevremizi seçerken birkaç kere daha düşünmeliyiz.