Zygmunt Bauman bir kitabında, bireyin kendi özgücüne dayanarak hayatını sürdürme çabasını “yaşam sanatı” olarak adlandırır. Zamanın etkisine kapılmış, karmaşık, modern toplumlarda yaşamak zorunda olan bireyin yaşam sanatı performansı, mutluluğu ve mutlu olmak isteğiyle doğru orantılıdır. Kişi mutlu olmak istemektedir fakat topluluk halinde yaşamak zordur ve büyük sorumluluk gerektirir. Bu yoğunlukta hem kendini hem de çevresini mutlu edebilen bir insan gerçek bir sanatçıdır.
Sanatçıya en büyük ve en güzel eserini yaratması için sadece bir tane tuval verildiğini düşünün. Bütün renkler önünde, bütün fırçalar elinde ama sadece bir şansı var. Buradaki sanatçı siz, tuval ise yaşamınızdır. Her şeyin mümkün olabileceği bir hayata doğarız. Renklerimizi inceleriz, fırçaları gözden geçiririz ve yeşil bir çizik atarak başlarız yaratmaya. Yeşil hayatın ve umudun rengidir, yeryüzüne bakıldığı zaman ilk dikkatimizi çeken renktir. Hayata dair attığımız ilk adımları temsil eder. Sıradaki hamlemize karar veremeyip stres olmuşken cama çarpar gözlerimiz. Gökyüzünü izler, huzur duyarız. Farkına varmadan mavi bir çizik daha atmışızdır oraya. Renkler ve seçimler arasında kaybolmuşken tuval aydınlanır birden. Odanın boğucu soğuğu kayboluverir ve biz hayatımızın güneşinin sıcaklığına ithafen bir de sarı çizgi çekeriz. Yorgun düşmüşüzdür, saatlerce oracıkta oturup mükemmel şaheseri yaratmak için düşünmek bizi yormuştur. Vitamin rengi, turuncu gelir aklımıza o an. Turuncuyu da ekleriz tuvalimize, dünya nimetlerini temsilen. Kırmızı boyaya çarpar gözümüz. Aşk, tutku, savaş…. Sonrasındaysa mor rengi alırız elimize, hüküm ederiz tuvale. Tüm güç bizdedir, mükemmel eseri yorulsak da tamamlıyoruzdur. Bu özgüvenle biraz dinleneyim arkaya yaslanayım deriz. Kafamızı ellerimizle desteklemiş, uzatmaya yeltenirken siyah boyaya çarpar ayaklarımız. Günlerdir uğraşıp çizdiğimiz o renkler artık gözükmüyorlardır. Tek hamlesiyle, kendiniz çabalayıp inşa ettiğiniz benliğinizi yok eden siyah, toplumu temsil eder. İşte tam da bu yüzden insanın iyi bir sanatçı olması gerekir. Bireyselleşmenin sonuna kadar hüküm sürdüğü ama büsbütün kendi tercihlerimize de dayanmayan bir toplumda, kendi mutluluğumuzda kaybolmamalı siyaha da yer bırakmalıyız.
Bu hikayedeki sanatçı, bir tuval ile en güzel sanat eserini yaratma görevinin verildiği tek kişi sanar kendini. Sorun ise diğer hikayelerdeki sanatçıların da böyle düşünmesidir. Mutluluk arayışında tek başlarına olduklarını düşünürler ve bu inanış yüzünden de çoğu zaman mutsuzlukla, siyaha bürünmüş renkli hayatlarla, yüzleşmek zorunda kalırlar. Sanatçı yani insan kafasını tuvalden kaldırıp biraz da etrafına bakmalıdır. Sağında, solunda, arkasında bir sürü insanın daha çabaladığını görmelidir. Etrafa bakınıp diğerlerini izlerken bir bakar ki o siyah boya kurumuş ve üstüne beyaz benekler çizilmiş. Bu benekler hayatınıza dokunan, orda bir yer edinen diğer sanatçılardan hediyelerdir. Tuvalin dönüştüğü son hal bizim yaşama bakış açımız ve yaşam tarzımızdır yani bir insan olarak en büyük ve en güzel sanat eserimizdir.