Boş vakitlerini kitap okumak, doğayı keşfetmek, spor yapmak, resim sergilerine gitmek,
tarihi yerleri gezmek yerine, market market gezen, havasız, kalabalık alışveriş merkezlerinde vakit geçiren bir toplum olduk.
Peki neden?
Çünkü boş vakitlerimizde bir şeyler üretmek, kaliteli zaman geçirmek yerine alışveriş merkezlerine gidip 5 sene boyunca bir kez bile giymeyeceğimiz kazağı indirim varmış diye satın almayı çok seviyoruz.
Bu aslında bir hastalık, çağımızın hastalığı: Tüketim Çılgınlığı
Hastalıklara bakteriler sebep olur. Bu hastalığın sebebi ürünlerini daha fazla satmaya çalışan şirketler ve bu reklamlara karşı koyamayan bağışıklık sisteminiz.
Bu duruma en güzel örnek cep telefonu üreticileri. Her yıl yeni bir ürün çıkartıp önceki modelin birkaç sene daha kullanılamayacağı yalanına sizi inandırıyorlar. Bizler de yalan olduğunu bile bile gidip yeni telefonu alıyoruz.
Tüketim çılgınlığının en önemli sebeplerinden bir de ihtiyaçlarımızın ne olduğunu bilmemek.
Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını kendimiz belirlemek yerine ihtiyaçlarımızı belirlemeyi ürünlerini satmaya çalışan pazarlama departmanına bırakıyoruz. Mesela bir film izliyoruz. Filmin baş karakteri, oldukça yakışıklı bir abimiz, afilli bir şekilde süper hızlı arabasından iniyor, son model telefonu ile görüşme yaparken tam o sırada pahalı saati kadraja giriyor ve 3 saniye pahalı saat ekranda kalıyor. Filme ürün yerleştirmesi yapan firma size “Eğer bu marka saati takarsan böyle güzel arabalara binebilir, çok havalı olabilirsin” mesajını veriyor ve zavallı zihniniz de bu oyuna geliyor ve saat almaya gittiğinizde 3 saat arasında kaldığınızda farkında olmadan filmdeki adamın saatine sempati duyuyor ve o saati alıyorsunuz.
Ticaret yapan bütün firmalar bu algı yönetimini çok iyi yapıyorlar. Örneğin 100 TL alışverişe 25 TL hediye çeki saçmalığı. Kağıt üstünde çok karlı görünseniz de iş pratiğe geçince hesaplar değişiyor. Şöyle ki; Bir mağazada alışveriş yapıyorsunuz. 40 liralık 2 tane gömlek aldınız. Kasaya gelip ödeme yapacağınızda fark ettiniz ki 100 TL alışverişe 25 TL hediye çeki. 100 TL’ye ulaşmak için içgüdüsel olarak bir gömlek daha aldınız. Toplam 120 TL alışveriş yaparak 25 TL hediye çekini hak ettiniz. Size hediye çekinizi verdiler. 25 TL ile ne alsam diye düşünürken çok beğenip 3 tane aldığınız gömlekten bir tane daha aldınız, 25 TL’sini hediye çekiyle ödeyip 15 TL daha cebinizden verip alışverişi tamamladınız. Sonuç olarak normalde 80 TL’ye 2 gömleğiniz olacakken aklınızda hiç olamasa bile 2 gömlek daha satın aldınız. Böylece belki hiç ihtiyacınız olmayan fazladan 2 ürün daha aldınız.
Tüketim çılgınlığı cebinize olduğu kadar mutluluğunuza da zararlı. Günümüzde çoğu insan eşyalarla mutlu olduğunu sanıyor. Oysaki eşyalar geçici mutluluk sağlar. Yakın zamanda uzun süredir yaşadığımız evden taşınıyoruz. Evi toplayıp eşyaları kolilere koyarken fark ettim de geçmişte alırken çok mutlu olduğum eşyalar şimdi eski heyecanını vermiyor. Hatta bana ayak bağı oluyorlar. O yüzden Mutluluk=Eşya değil MUTLULUK=1 EŞYA’dır.Yani ne kadar az eşya o kadar çok mutluluk. Bu eşitliği bir yaşam felsefesine dönüştüren insanlar var. Bu akıma 100 Things Challange deniyor. İlgilenenler araştırabilir ama ana fikir, seçilen 100 eşya ile bir yıl boyunca yaşamak. Bu akımı başlatan Dave Bruno 1 yıl sonra daha mutlu bir adam olduğunu söylüyor.
Firmalar sizi bir şeyler almaya teşvik etse de hatta tüketmeye zorlasa da bundan korunmanın yolları da var. Bu yol ihtiyaçlarımız iyi bilmek. Yeni bir şey alacakken buna gerçekten ihtiyacım var mı? Evde aynı işe yarayan bir nesne var mı? Yoksa yine şirketlerin oyununa mı geldim? sorularını kendimize sormalıyız. Yakın zamanda bir reklam vardı. Bir yardım kuruluşu tüketim hastalığına parmak basıyordu. Reklamın sloganı tüm konuyu özetliyor aslında “Olmasa da olur!”.
Unutmayın ki MUTLULUK=1 EŞYA’dır ve tüketmekten daha fazla mutluluk veren şey ise üretmektir.