Sahilleri pek sevmem aslında. İnsanlar tarafından fazlaca abartıldıklarını düşünürüm hep. Ama burası kitaplardan fırlamış gibi. Ne kadar küçük ve sakin gözükse de gözlemlenecek o kadar çok şey var ki… Çok eski bir yer burası. Kenarında eski ve bir o kadar da otantik evler… Dışarıdaki nüfusun çoğunluğu ise ya yaşlı ya da çocuklar. Sadece bolca kuş ve biraz da çocuk sesi duyuyorum. Çocuk sesleri de rahatsız edicidir aslında ama burası çocuk sesleriyle var oluyor sanki. Buradaki her şey bir bütün adeta ve birbirini çok iyi tamamlıyor. İlerideki iskelede balık tutmaya çalışan yaşlı bir çift görüyorum, yalnız ama mutlu görünüyorlar. Biraz durup onları hayranlıkla izliyorum. Dikkatimi çocuk koşuşturmaları dağıtıyor. Merakla nereye koştuklarını düşünürken elinde balonlar tutan yaşlı bir adam görüyorum. Meğer adam buraya her gün geliyormuş, çocukların her gün burada olan bir satıcı için bu kadar heyecanlanmaları ne kadar da masumca. Bir anda adamın etrafını on on beş çocuk sarıyor. Yaşlı adam balonları sattıkça çocuklar birer birer kayboluyor ve yaklaşık on dakika sonra ortalık yine eski sessizliğine bürünüyor. Etrafta tek bir çocuk bile kalmıyor, bir daha da seslerini duymuyorum. Oturduğum bank ise denizin hemen yanında, oldukça da eski püskü bir şey. Gözüm sudaki yansımama takılıyor sonra da kıyıda biriken yosunlara. Su çok da temiz değil gibi. Bir yandan da bu kadar güzel bir yerin neden insanlar tarafından keşfedilmediğini düşünüyorum. Gerçi burası herkese göre değil, bazı insanların içini karartır böyle bir yer. Ama bakmasını bilene de bir o kadar huzurlu ve güzeldir. Sudaki yansımama bakarken suyun dalgalandığını görüyorum, kafamı biraz yukarı kaldırıyorum. Küçücük bir tekne kıyıya doğru yaklaşıyor. İçinde ise yine yaşlı bir adam… Bu sahil kasabası gerçekten de yaşlılardan oluşuyor. Adam teknesiyle yaklaşık beş dakika içinde kıyıya yanaşmış oluyor. Biraz uzun, bembeyaz sakalları var; kafasında da dikişleri yırtılmış, hafiften kirli bir bere. Adam tekneden çıkıp yavaşça denizin karşısındaki evlerden birine yöneliyor. Sarmaşıklarla kaplı duvara uzanıyor ve az yukarıdaki üzümlerden bir dal alıp iştahla yiyor. Üzümler küçücük ve ezik büzük ama yaşlı adam çok sevmişe benziyor. Bir an etraf biraz karanlık gelince saate bakma ihtiyacı duyuyorum. Yoksa güneş batmaya başladı da ben buranın büyüsüne kapılıp zamanın nasıl geçtiğini mi anlamadım? Saat altı buçuk, güneşe usul usul veda ediyorum artık ama hatırlıyorum ki burası hep biraz karanlık ve kasvetliydi. Burayı karanlık yapan şey kıyıyı çevreleyen upuzun kavak ağaçları. Ağaçların ince dalları esen hafif rüzgarla sallanıyor. Rüzgar da tam sevdiğim gibi, her estiğinde yüzümü okşuyor sanki. Üstüme, yanıma aldığım örgü hırkayı geçiriyorum. O sırada yanıma simsiyah, cılız bir kedi yaklaşıyor. İçimden “Demek sana hiç bakmıyorlar.” diye geçiriyorum. Yaşlılar bana hep biraz acımasız gelmiştir zaten. Elimi sevmek için uzatıyım derken kedi hızlıca kaçıyor ve ben yine bir başıma kalmış oluyorum. Oturduğum banka uzanıyorum, hırkama iyice sarınıyorum, göz kapaklarım ağırlaşıyor. Evet, burada uyumak benim için büyük bir zevk olacak.
Gün Batarken
(Visited 8 times, 1 visits today)