Her şey bir yalandan ibaretti. Ben onların dediği onca şey olamazdım. Olsaydım başıma bütün bu olaylar gelmezdi. Suçu kendimde arayıp bir kanıya varamamanın sebebi belki de suçsuz ve saf olmamdı…
Benim adım Vivienne. Kısaca Vivi. Annemin bana bu ismi koyma nedeni bu ismin “canlı” anlamını taşımasıydı. Böylece benim hayat dolu ve uzun bir yaşam süreceğime inanırdı. Kim bilebilirdi ki başıma gelecekleri? Ailem ve arkadaşlarım tarafından “çiçek kız” olarak anımsanmışımdır. Çünkü onlara göre bir çiçek kadar güzel ve hoş kokuluymuşum. Buna rağmen hayatım boyunca çok fazla arkadaşım olmamıştı. Bu yüzden küçükken evimizin arka bahçesinde gördüğüm böcekleri alıp oyuncaklarımdan çıkan evlerde beslerdim. Ancak bir gün bir karga camımdan girip hepsini yedi. Sonra birkaç ay boyunca evimizi terk etmemişti. Bu karga hep bana bakıyordu ve bana hizmet ediyordu. Karganın hep beni izlemesi biraz ürkütücüydü fakat çocuk aklıyla çok da ürkmemiştim. Evimizi terk edince bir hafta boyunca ağlamıştım çünkü o benim en yakın arkadaşımdı. İşte o kadar yalnızdım anlayacağınız gibi. Fakat bu arkadaşsızlık problemi ben liseye geçince değişti.
Lisedeki ilk günümdü. Bir yandan heyecanım doruktaydı çünkü farklı farklı insanlarla tanışma fırsatı elimdeydi. Bir yandan da eskisi gibi yalnız kalma korkusu vardı içimde tabii… Ta ki o kız yanıma gelene kadar. Bu kız gördüğüm diğer kızlara göre farklıydı. Güler yüzlü, sevecen, pozitif ve yardımsever bir kıza benziyordu. Ya da ben öyle sanmıştım. Aklında sorularla, gözlerindeki boş ifadelerle etrafta birini arıyor gibi okul koridorunun iç karartan genişliğinde öylece duruyordu. Beni süzdü ve adeta beni kalabalığın içinden gözüne kestirip yanıma koşuverdi. Şaşırdım çünkü birinin benle tanışmak için bu kadar can attığını düşünmüyordum. Elini uzatarak “Merhaba, sen Vivienne olmalısın. Ben de Rune. Sonunda seninle tanışma fırsatı bulduğum için çok heyecanlandım kusura bakma!” dedi. Ağzım açık ona baktım ve tek yapabildiğim şey elini sıkmaktı. Kızın sesi kulağımı tırmalıyordu ve gözlerinde bir gariplik vardı. Gözleri bana serin bir geceyi andıran grimsi renkte idi. Göz halkaları son bir hafta içinde uyku almamış denilecek kadar koyu ve çöküktü. Boyu uzundu ve kendisi zayıftı. Hafif kamburdu ve olduğu yaştan daha büyük gösteriyordu. Dişleri bir köpek balığınınki kadar sivriydi. Uzun koyu kestane saçları kambur beline kadar uzanıyordu. Yaklaşık bir dakika durdum ve onu süzdüm sonra aklıma ismi geldi. Rune mu? Kulağa hoş gelen kısa bir isimdi. Dayanamayıp anlamını sordum. “Sır. İsmimin anlamı sır demek.” dedi gülümseyen bir ifadeyle. Bu kadar gülümsemesini garipsedim ama çok büyütmedim. Eve gittim ve yatağa attım kendimi. Çarşaflar yeni olmalıydı çünkü bir çiçek tarlası gibi kokuyordu. Tavana baktım ve bugün yaşananları düşünmeye başladım. Bu kızın benle tanışmasının bir sebebi olmalıydı. Bunun altında her ne yatıyorsa çözecektim. Sesli bir şekilde dıştan “Ah Runeee” dedim ve hava güneşli olmasına rağmen birden şimşekler çakmaya başladı. Sesi duyduğum an irkildim ve odamı terk edip ebeveynlerimin odasına doğru koşacaktım ki ev başıma yıkılmaya başladı. Çığlık ata ata, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Anlam veremedim bütün bu olanlara. Bunları yaşamak için ne yapmış olabilirdim ki? Ben, bir böceği bile incitemeyen o narin kız bu şimşekleri çaktıracak kadar suçlu muydu? Gökyüzüne baktım ve bir de ne göreyim. Bu Rune’ un ta kendisiydi. Metamorfoz geçiriyordu. Hayır bu bir benzetme değil o gerçekten de metamorfoz geçiriyordu. Bu kasvetli gecenin hemen son bulmasını diliyordum. Yoksa kasvetli olan ben miydim? Kendimi sorgulayacak vaktimin kalmadığını anladım ve elime ne geçerse aldım. Rune çoktan başkalaşmıştı. Nasıl yani, bunca süredir Rune bir karga mıydı? Ama bu normal bir karga değil. Vücudu bir insanınkinden farklı değildi. Kafası ise bir karga kafasıydı. Masallara inanmayan ben resmen bir masalın içine düşmüştüm. Bu şey kanatlarıyla gökyüzünden süzülerek indi. Ona “SEN KİMSİN VE BENDEN NE İSTİYORSUN? SENLE TANIŞALI BİR GÜN BİLE OLMADI VE SEN HAYATIMI BİR ZİNDANA ÇEVİRDİN. AİLEMİ VE BENİ RAHAT BIRAK,” dedim ve sanırım hayatımda ilk defa bu kadar sinirlenmiştim. Bana “Ben seni veya aileni incitmek istemiyorum, Vivi. Sadece benim olmanı istiyorum,” dedi. Bunun üstüne elime babamın uzun, sivri ve dayanıklı olan kılıcını koleksiyon rafından çekip aldım ve bağırarak “SEN KİMSİN DE BENİ İSTEYECEK DURUMDA OLDUĞUNU ZANNEDİYORSUN,” dedim elimde kılıcımla ona doğru koşarken. Bana korkulu gözlerle bakarak “Sakın bir adım daha atma! Ne oldu sana böyle? Biz en yakın arkadaşlarız sanıyordum,” dedi ve her şey bir anlama kavuşmuştu sonunda. Ona inanıp yanına ağlayarak koşarken ona sarıldım ve beni tek eliyle tutup havaya kaldırdı. Bir de ne göreyim. AİLEM GÖKYÜZÜNDE TUTSAKLARDI. Bana “ Son vedanı et çünkü seni onların bir daha asla göremeyeceği bir yere götüreceğim,” dedi kahkaha atarak. Elimde olan kılıca baktım sonra da gökyüzünde tutsak olan babama. Babam kafasını sallayarak onaylama verdi bana. İkinci defa düşünmedim ve kılıcımı tam sol gözünden sapladım. Siyah bir sıvı fışkırdı. Kanı olmalıydı. Onu çok etkilemediğini görünce sağ koluna sapladım ve işte orda yere düştü ve kıyamet koptu gibi hissettim. Çünkü duyduğum son şey karganın acı içinde bağırışı idi. Çok yüksek bir sesti. Sanki megafonla bütün şehre yankılanmıştı o ses.
Kasvetli şimşekler durdu, karganın vücudu küller halinde havaya uçup yok oluyordu, ve ailem gökyüzünde tutsak kalmıştı. Kendimi asla affedemeyeceğim. Annemin bana hayat dolu bir yaşam sürmem için koyduğu ismin bir anlamı kalmamıştı artık.