1999 yılında piyasaya sürülen “The Matrix” filmi, ABD’deki ilk haftasında bile 27 milyon doları aşan bir hasılatla, dört Oscar ödülüyle ve devam filmleriyle dünya sinema tarihine damga vurdu. Filmin konusu olan robotların insanları gerçek dünya sandıkları bir simülasyona yüklemesi son derece özgündü. Bu filmin ve devam filmlerinin de yayınlanmasıyla birlikte Matrix popüler kültürün ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu popülerlikle birlikte bir yandan da insanlar o zamandan bugüne filmdeki gibi bir senaryonun gerçekleşme ihtimalini veya filmde de belirtildiği üzere gelecekte yapay zekânın icadı ve gelişmesiyle gelecekte yaşanıp yaşanamayacağını tartışıyor.
Filmdeki teori oldukça gerçekçi temeller üzerine kurulmuştu, yapay zekânın zaman zaman insanları korkutacak şekilde hızla gelişmekte olduğu da bir gerçek. Böyle olduğu için de insanlar belki de kökenlerinden gelen bir içgüdüyle bir simülasyona bağlı olmadıklarını kanıtlamak için kanıtlar arıyor.
İnsan her şey için bir sebep arar, ki bu pek de yanlış sayılmaz: Biz neden bir bilgisayar dünyasının içinde yaşıyor olalım? Bunu bize yapanlar kim? Bundan ne amaçlıyorlar? Belki de bizi bizden çok daha gelişmiş uzaylı bir medeniyet bir bilgisayara bağladı, belki de Matrix’teki gibi robotlar… Kim bilir, belki de şu an konuşulan sanal gerçeklik oyunlarını fiziksel boyuttaki gerçekliğin yerine geçiren biz insan ırkı bunu kendimize yaptık. Bitmek bilmeyen açgözlülüğümüz ve sahip olduğuyla yetinmeyi bilmeyen konfor hissimizin buna sebep olmadığını, bu sanal gerçekliğe yüklendikten sonra ise geriye dönmeyi unutmadığımızı söyleyebilir miyiz? Veyahut içinde bulunduğumuz simülasyonun gelecek zamandaki insanlar tarafından geçmişi gözlemlemek ve muhtemel senaryoların nasıl sonuçlanacağını incelemek için yaratıldığını nasıl inkâr edebiliriz? “paralel evren” kelimesiyle kastettiğimizin başka senaryoların denendiği simülasyonlar olduğunu; bizim simülasyonumuzda Rusya-Ukrayna Savaşı’nın, diğer simülasyonda Çin-Tayvan Savaşı’nın denendiğini reddetmemiz için tek bir sebebimiz var mı?
Ancak bütün bu teorilerden daha da korkutucu olan ise; şu an bir simülasyonun içinde olmasak bile bunun yapılmasına olanak sağlayacak olan teknolojiye gittikçe yaklaşıyoruz. Çoğu “metaverse” adı
altında birleştirilen sanal dünya platformları kuruldu ve her geçen gün yenileri kurulurken var olanlar da gelişiyor. Özellikle “metaverse” zaman geçtikçe gerçekliğe yaklaşan, insanların yatırım yapmaya başladığı, gerçek dünyada yapılamayan eylemlerin de mümkün olduğu bir yapay evrene çok hızlı bir biçimde dönüşüyor. Bu gelişmeye katkı sağlayan Web 3.0 gibi gelişmeler de cabası.
Yapay zekanın ise bebek adımlarıyla da olsa hayatımıza girmesinin üzerinden aslına bakılırsa yıllar geçti; günümüzde ise Google Asistan, Siri, Alexa gibi yapay zeka destekli akıllı asistan uygulamaları hayatımıza gireli uzun bir zaman olmamasına rağmen birçok insan hayatının ayrılmaz bir parçası olarak kabul etti bile. İçinde yaşadığımızdan veya gelecekte yaşayacak olmaktan korktuğumuz simülasyonu dramatik bir hızla yaratıyoruz ve geliştiriyoruz.
İnsanlık bir şafağa ilerliyor; bir yandan ona ulaşmak için koşuyor, bir yanda ulaştığında göreceğinden korkuyor, diğer yanda oraya geçmişte çoktan ulaşarak köleleşip köleleşmediğini sorguluyor. Ama asla yerinde durmuyor. Belki de ilkelliğimizin törpüleyemediğimiz tek özelliği olan merakımız bizi ilerlemeye zorluyor. Yerinde durmayı veya geriye gitmeyi kabul etmiyor. Bizi şafaklara koşmaya, ırkımızın ortak kaderini belirleyecek büyük kararları vermeye davet ediyor. İşte o zaman geldiğinde, kaderimizi çizmeye hazır olmalıyız.
Kaynakça:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Matrix_(film)