Gölün Karşısındaki Kız

Genç kadın güne gözlerini açtığında, o günün de diğer tüm günler gibi geçeceğini düşünüyordu, monoton. Zaten hayatı monotondu bu kadının, her şeyi tek düze bir şekilde yaşıyordu. Onun bir rutini vardı; kalk, ye, çalış ve uyu. Bu rutini bozmuyordu asla, sanki bozarsa bu tekdüze hayatı aksayacaktı ve bir daha istese de eski düzenin ulaşamayacaktı. Tek başına yaşayan, hiç arkadaşı olmayan, bir evcil hayvanı bile olmayacak kadar yalnızlığı seviyordu bu kadın. Onun için o ve kafasındaki düşünceler yeter de artardı zaman geçirebilmek için. Aslında istese her şeyi yapabilecek gücü vardı; zekiydi hem de çok, ailesi ülkede tanınan bir aileydi ve aile işinin başına geçip tanınan ve başarılı bir iş kadını olabilirdi. Bunun yerine o, normal bir şirkette normal bir masa başı çalışanı olup normal bir maaşla geçinmeyi seçmişti. Çocukluğundan beri böyleydi bu, oyununu oynar, yemeğini yer, dersini çalışırdı. Ona, bu hayatında yaşadığı en ilginç deneyimi sorsalar ya da hiç unutamadığı bir anıyı anlat deseler susardı sadece. Anlatabileceği hiç bir şey yaşamamıştı çünkü o. Belki bir salı -ki salı günleri çamaşır yıkama günü oluyordu- çamaşırlarını yıkamayı aksatmış olabilirdi. Ve işin garip olan tarafı ise bu hayat düzeninden hiç bir pişmanlık ya da memnuniyetsizlik hissetmemesiydi. Onun için bu onun hayallerindeki yaşam tarzıydı, kim hayallerini yaşamak istemezdi ki?

 

Son derce şık mutfağına girdiğinde, çoktan aydınlanmaya başlayan havayla kaşları çatıldı belki de hayatında ilk kez. Normalde olsa, hazırlanıp kahvaltı etmesinden sonra aydınlanırdı hava. Bu herhangi bir insanın başına gelse belki çok da garip kaçmazdı onlar için, fakat o hayatında hiç değişiklik yaşamadığından dolayı alışagelmişin dışında bir şey olması onun çok tuhafına gitmişti. Yine de buna daha fazla kafa yormayı bırakıp her zamanki sabah rutinine kaldığı yerden devam etmek üzere buzdolabına yöneldi. Aradan geçen bir saatten az bir sürenin ardından hazır olduğuna kanaat getirip evden çıkmak adına montunu giyindi. Hava çoktan gelmiş olan sonbahar mevsimiyle soğumuştu ve bu soğuk, gölün önündeki bir ev için çok daha fazla oluyordu. Evin kapısını kapatıp arabaya yönelmesiyle duyduğu sesle dikkat kesildi kadın. Küçük bir kızın çığlığıydı kulağını tırmalayan ses. Bu arazi çok başıboş ve ürkütücü olduğundan dolayı kimse ev yaptırmamıştı buraya, kadının da burayı seçmesinin nedeni buydu zaten . O zaman bu ses de neyin nesiydi?

 

Normalde olsa, pek de ilgilenmezdi ama çevredeki çığlık atan kişinin dışındaki tek insan olması, gözlerini bir şey görmek amacıyla gezdirmesine sebep olmuştu. Fakat hiç bir şey göremedi, yanlış duymuş olabileceğini düşünürken az önceki çığlık kendini bir kez daha tekrar etti. Kadın daha fazla beklemeden, hızlı adımlarla çevrede dolaşmaya başladı bir şeyler görmeyi umarken. Derken bir kez daha çığlık sesi yankılandı boş ormanda. Kadın tam o anda gölün karşısında küçük beyaz elbiseli bir kızın ona baktığını gördü. Küçük kız bir kez daha çığlık attı. Bu çığlığı sadece duyan biri birinin tehlikede olabileceğini düşünürdü, ama aynı zamanda gören biri ne olduğunu anlamazdı. Çünkü küçük kız bağırırken donuk bir yüzle bakmaya devam ediyordu karşısına, hiç bir mimik kullanmadan. Genç kadın ne olduğunu çözmek istercesine küçük kıza doğru bir adım attı, sonra bir adım daha atacağı sırada içindeki ses onu durdurdu, “Sakın bir adım daha atma!” Kadın duyduğu uyarıyla önce durdu, endişe dolu bakışları yerini boş bakışlara bırakırken arkasını dönüp arabasına doğru ilerlemeye başladı. Git gide yükselen çığlık seslerini sanki hiç duymuyormuşçasına rahatsız eden bir yavaşlıkla arabasına bindi. Kemerini takarken de aklında sadece tek bir şey vardı, “O hiç yalnız değildi ki, düşünceleri ve çocukluğu bir kez olsun bile onu yalnız bırakmamışları. Sanki bir hata yapmasını bekliyormuşçasına ensesinde hissettiriyorlardı kendilerini.” Genç kadın aklındaki tüm düşünceleri silmek istermişçesine kafasını sağa sola sallarken arabayı ilk gördüğü yola soktu ve hiç olmayan işine doğru sürmeye başladı.

(Visited 37 times, 1 visits today)