Ekim’in onunda Kocaeli’nde düzenlenen bir turnuvam vardı. O turnuvada kendimden büyük kişilerin yer aldığı bir kategoride yarışacaktım. Kendimden gayet emindim, ama bir o kadar da heyecanlıydım. Kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Önceden de yaptın Mira, neden bir kere daha başarmayasın?
Ayın yedisinde Kocaeli’ye gitmek üzere için yola öğle vakti çıktık ama 2 saatlik yolu anca dört saatte bitirmiştik. Çünkü biraz trafik vardı. Yarışma zamanıma son bir saat kalmıştı ve heyecanım epey artmıştı. Ama öyle böyle değil. Yemek yemek için oranın meşhur börekçisine gittik. Yemeğimizi yedik, çayımızı içtik ve yarışma alanına doğru yolumuzu tuttuk. Kocaman bir salondu. Antrenörüm bizi maça motive ettikten sonra esneme hareketlerine başladık. Hepimizin heyecandan karnı ağrıyordu. Maçlar başladı. Umduğumdan da iyi geçti ilk maçlar. Ama asıl iş bundan sonra başlıyordu ve eleme maçları en sıkıntılı olanlarıydı. Daha önce yaptığımız maçta yenemediğim rakibim yine karşımdaydı işte. Evet o an hayatımın en heyecanlı anında olduğumu fark ettim. Korkuyordum sanki, başaramamaktan, emeklerimin karşılığını alamamaktan. Ama bayağı da hırslanmıştım ve o hırsımı kontrol edebilmem sayesinde maçı kazandım. Böylelikle bronz madalya almaya hak kazanmıştım. Çok mutluydum ama beni daha da mutlu eden yakınlarımın benimle gurur duymasıydı. Kürsüde olmak da beni çok mutlu ediyordu. Bir sürü insanın karşısında isminin söylenmesi bence çok heyecanlı.
Madalyamı aldık, otelden eşyalarımızı toparladık ve Ankara’ya doğru yola çıktık.