Bir yer seç demişti. Bir yer seç ve evimizi oraya taşıyalım. Dünya haritasını koymuştu önüme. Hadi seç dedi ama ben zaten çoktan vermiştim kararımı, sadece ona açıklamak için doğru günün gelmesini bekliyordum. Doğru gün derken, verdiğim kararın arkasında duracak, benimle her yere gelmeye kararlı olacak ve en önemlisi her şeyden vazgeçmeye hazır olacaktı. Haritayı önüme koyduğu an gözlerinde o bakışı yakaladım. Seçtiğim yere benimle gelmeye kararlıydı ama nerden bilebilirdi ki gittiğimiz yerde sadece o, ben ve denizin tuzlu kokusundan başka bir şey olmayacaktı. Benimle gelmeye zaten razıydı orası tamam ama yalnız yaşamaya nasıl alışacaktı, işte bu büyük bir soru işaretiydi.
Seçtiğim yeri ona akşam yemeğinde açıklayacağımı, biraz yalnız kalmak istediğimi ve toparlanmak için fazla bir eşyaya ihtiyacımız olmayacağını söylemekle yetindim. Yemek saati geldiğinde artık yeterince heyecanlanmış dediğim her şeyi kabul eder kıvama gelmişti. Karşısına oturdum ve ondan gözlerini kapatmasını, gideceğimiz yeri hayal etmesini istedim. Dediğimi aynen yaptı. Gözlerini bir çocuk gibi sımsıkı kapattı. Merakla ağzımdan çıkacak cümleleri bekliyordu. Koltuğa geçtik, yaşlanmış yorgun yüzüne baktım. Sanki yıllar önce arkasına saklandığım, omzunda ağladığım ya da elini tutarak okula gittiğim babam değil de bana muhtaç, ağzımdan çıkacak şeylere ihtiyaç duyan ve yardım edilmesi gereken bir çocuk duruyordu.
Hayal et dedim. Yalnız sen ve ben. Turkuaz renkli, ahşapları yer yer zedelenmiş eski bir verandada oturuyoruz. Elimizde tadından çok kokusuna hayran olduğumuz tarçınlı çayımız. Sen sallandıkça yerin gıcırdama sesiyle karışan dalga sesleri ve başındaki pamuk saçlarını dans ettiren rüzgâr. Verandadan bir adım insek ayaklarımız suyla buluşuyor ama sen hep üşüyor olduğun için verandada çay içmeyi tercih ediyorsun. Ama denizin kokusu ciğerlerimize dolduğu zaman eski zamanlardan bahsetmeyi ve ailemizi anlatmayı çok seviyorsun. Gözlerimi en uzak noktaya, ufuk ve denizin birleştiği yere kilitliyorum. Sanki dünyadan çıkıp onlara ulaşmayı ister gibi. Önümden geçen gemiler küçücükler, birer oyuncak bana küçüklüğümü hatırlatan. Annemle olan hikâyelerimi anlatırken çocukluğuma götürüyor gemiler beni. Sen anlatıyorsun, ben önünde uzanan uçsuz bucaksız denizde kendimi buluyorum. Rüzgâr hızlandıkça çalan çanlarımız ve önümüzden geçen kuş sürüleri manzaramıza renk katıyor. Hikâyelerle beraber sanki yeniden büyüyorum kaçtığım doğa harikasının içinde. Ve sen denizin derin mavisi ve imkânsız aşılmazlığı içinde gözlerini kapatırken ben suyun gücü ve yeşilin içinde yeniden doğmaya gayret ediyorum.