İletişim, hiç şüphesiz insanları birbirlerine en çok bağlayan unsur. Bu unsuru kendi içinde pek çok kümeye ayırmak mümkün: görsel, sezgisel, sözel… Hepsi ayrı ayrı iletişim methodları olsa da şahsi fikrimce en önemlisi sözel iletişim. Neticesinde insanız ve bizi diğer canlılardan ayıran en büyük özelliklerimizden biri de düşüncelerimizi sözel bir biçimde dile getirebilmek. Ne demişler; hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa… Bunların hepsi iyi hoş evet ama konuştuklarımızın ne kadarı biziz?
Bu soruya bir yüzde ile cevap vermek zor. Fark etsek de etmesek de pek çoğumuzun konuşmaları bol bol yalan, az biraz eksik bilgi, bir tutam da uydurmaca içeriyor. En basit günlük konuşmada bile araya o kadar çok beyaz yalan katıyor ki kimi zaman insan, tüm konuşmanın gerçek renklerini kapatıyor bu beyazlar adeta. Çoğu konuşmaya ezberlenmiş kalıplar ile başlayıp yine ezberlenmiş kalıplar ile bitiriyoruz. En güzel anılarımızı süsleyip en şirin halimizle insanlara sunuyoruz. Karşıdaki kişiyi kısaca bir süzüp bizi sevmeleri için ne gerekiyorsa onu anlatıyoruz tıpkı bir ayna misali. Sadece konuşuyoruz, anlatıyoruz, karşı tarafı etkilemek için ne varsa sıralıyoruz ve söz hakkı karşı tarafa geçtiğinde en ilgili yüz ifademizi takınıp kendi sıramızın gelmesini bekliyoruz. Anlatacak şey hiç bitmiyor, bittiyse de devreye falancanın filancası giriyor. Karşıdaki beni takdir etsin diye yapmadığımız şey kalmıyor. Tabii yalan dolanın en dolambaçlı yollarında dolaşırken kendimizi korumayı da ihmal etmiyoruz. ”Bunu söylersem bana karşı kullanabilirler mi, şurayı anlatırsam koz mu vermiş olurum” gibi minik analizlerle konuşmamızı güzelce tıraşlıyoruz. Bunun arkasında bu sefer takdir edilme isteği değil sevilmeme korkusu yatıyor. Hoş, ikisi de aynı kapıya çıkıyor ama en azından motivasyon farklı oluyor. Her şey bittiğinde elimizde samimiyetten uzak, yalanlara batırılmış ve bizi yansıtmayan konuşmalar kalıyor ve haliyle insanlar epeyce yalnızlaşıyor. Bana kalırsa duadan tutun günah çıkarmaya kadar tüm bu ilahi iletişim çabası insanların yalnızlığının bir sorunu. Kimseye güvenerek hiçbir şey anlatamayan insanlar güneş batınca onları yargılamayacaklarına, sırlarını başkalarıyla paylaşmayacaklarına inandığı kutsal bir varlığa içlerini döküp gün içinde söyledikleri yalanlar için af diliyorlar. Merak ediyorum eğer arada bariyer olmasa kaç insan giderdi günah çıkarmaya? Anonimlik gariptir ki güven verir insana.
Kendimiz değilken en çok kendimizizdir çünkü yargılanacak biri varsa bu biz değilizdir. Oscar Wilde’ın da dediği gibi; ” İnsan kendi kimliğiyle konuşurken pek az kendisi gibidir, ona bir maske verilirse gerçeği anlatır ancak.”