Yıl 1917… Tabii ki klasik bir filmdeymişçesine bunu bir gazete parçasından öğrendim. Rüyadan uyanmak için kendimi cimcikliyordum fakat nafile. Nasıl gelmiştim ben buraya. Bir hatırlamaya çalışayım. En son Kenan ile birlikte bir makinaya rastlamıştık dedemin garajında. Olamaz tabii ki değil mi? Tuşlarına öylesine dokunduğumuz bu şey bizi kesinlikle buraya getirmiş olamaz. Kenan nerede? Biz nasıl döneceğiz? Ayrıca karşımda duran bu adam neden bana mükemmel bir yaz günündeki sinekmişimcesine bakıyor? Ah ah, kafamda deli sorular!
Yavaş yavaş doğruldum. Üstümde sanki yetmiş yılın yorgunluğu varmışçasına çöp kutusunun kenarlarından destek alarak kalktım. Hadi o kadar zamanda yolculuk yaptın, insan bir balonun ortasına düşürür beni. Çöp kutusunun yanında uyanmak nedir? Etrafıma bakındım Kenan’ı görme umuduyla. Kimsecikler yok, Kenan hiç yok.
En yakın dükkana ayaklarımı süre süre geldim. Herkes bir telaş içindeydi. Aklıma tarih derslerinde bu zamanlarda neler olduğunu getirmeye çalıştım. Birinci Dünya Savaşı’nın ortasına balık gibi atlamış bulundum. Gülsem mi ağlasam mı karar veremedim. Zaten kendi dönemimde de yaşamadığım olay kalmamıştı. En azından bu mutsuz günlerin sonundaki aydınlığı görmek için burada kalmak fena olmaz diye geçirdim aklımdan. Belki onu da görürdüm. Adını söylerken bile sesimin titrediği o adamı görürdüm belki.
Girdiğim dükkanın bir pastane olduğunu karmaşanın içerisinde fark ettim. Fakat sanki bir pastane değil de bir matbaacı gibiydi. O dönemlerde bunun gibi teşkilatların çok kıymetli olduğunu zaten biliyordum. Ayrıca insanların işlerini bu kadar tutkuyla yapması da çok hoşuma gitmişti. Kimseye nereden geldiğimi çaktırmamak için bana nasılsınız diye soran bir hanımefendiye Anadolu’dan geldiğimi söyledim ve birkaç günlüğüne burada kalıp kalamayacağımı sordum. Bana hemen kalacak yer ayarladılar. Olayların bu kadar hızlı gelişmesine bir hayli şaşırmıştım.
İçimden bir ses sanki burada kalmam gerektiğini ve onlara yardım etmem gerektiğini söylüyordu. İlk başlarda dil konusunda sıkıntı çektim fakat daha sonra alışmaya başladım. Bu savaş süresinde İngilizce ve Fransızca bilmem matbaada çok işimize yaradı. Çevirileri ben yapıyordum.
Süregelen savaşın zorluklarını da birebir görebiliyordum. Gün geçtikçe aramızdan arkadaşlarımız şehit olmaya başlıyorlardı. Yaptığımız eylemler İngiliz ve Fransız halkının hiç hoşuna gitmiyordu. Değişik mahlaslarla Türk halkını bu savaşı kazanabileceğimiz yönünde yazılar basıyorduk. Ben bu savaşın sonunu bilsem bile bu yolda kaybedilen her cana şahit olmak insana apayrı bir duygu kazandırıyor.
Bazen gece vardiyalarımız da oluyordu. Bir gün elimde gaz lambası daktilonun başına geçtim. İçimde bir huzursuzluk var ki anlatamam. Bir şey olacakmış gibi hissediyorum ama aynı zamanda konduramıyorum da. Pastanenin kapısı yavaşça gıcırdadı. Matbaaya yer altından giriliyordu ve bunu sadece bizim yol arkadaşlarımız biliyordu. Ben de o yüzden yer altına gelen kişiye çok da takılmadım. Bugün benden başka kimsenin olmayacağını biliyordum fakat belki de birinin bana eşlik etmek isteyeceğini düşündüm. Rahatça işime devam ettiğim. Aniden kafama doğru yaklaşan sıcaklıktan durumu idrak ettim. Benim için bitişin, ülkem için doğuşun sesini duydum…