Bu sabah odamdan hiç çıkmadım. Daha sonra annem gelip bana Endonezya’ya gideceğimizi söyledi. Açıkçası bu haber beni hem çok gerdi hem de çok mutlu etti. Mutluydum, çünkü yeni yemekler yemeyi ve yeni kültürleri tanımayı gerçekten de çok özlemiştim. Şu her aklıma geldiğinde lanet okuduğum salgından dolayı bir türlü dibimizde olan Bolu’ya bile gidemiyorduk. Ben bunları düşünürken annem içerden hazırlanmam gerektiğini söyledi. “Ne? Bütün hazırlıkları yaptın mı ki?” diye karşılık verdim. Meğer bana sürpriz yapmak için vize ve pasaportlarımızı yeniden bastırmış. Bunu duymak ruhuma çok iyi gelmişti. Bavulumu hazırlayacaktım ki annemin bavulumu kapattığını, bunun da sürprizin bir parçası olduğunu söyledi. Arabaya bindik ve yola çıktık. Benim için herşey çok hızlı gelişmişti. Kendime geldiğimde havaalanındaydım. Annem beni uyandırdı ve uçağa binmek için yürümeye başladık. Havaalanlarının nasıl göründüğünü tamamen unutmuşum. Ben etrafa gözlerimi fal taşı gibi açıp bakıyordum ve daha sonra bir anons duyduk:
“Endonezya’ya gidecek uçağın iniş yapmasına yaklaşık 3 saat kalmıştır.”
Annem paniklemeye başladı. Annemi sakinleştirmeyi başardıktan sonra kontrollerden geçtik ve uçağa ucu ucuna yetiştik. Uçağa bindikten sonra ekonomi sınıfına giderken annem beni tuttu ve birinci sınıf bir koltuğu işaret etti. Buna inanamıyordum, cidden birinci sınıfta seyahat edebilecek miydim? Gözlerim tekrardan yaşardı ve anneme sarıldım. Daha sonra o mükemmelin ötesinde olan koltuğa oturdum ve oturduğum anda gözüme ilk çarpan karşımdaki dev televizyondu. Sonra yanımdaki camdan mini bar, sonra da koltuğun yanındaki onlarca düğme. Hepsini denedim. Bir tanesi koltuğu yatak moduna getiriyor, bir tanesi mini barı açıyor, bir tanesi ise önümdeki boşluğu masa yapıyordu. Daha uçak kalkmadan bütün içecekleri içtim ve uykuya daldım. Gerisi çok bulanık. Sanırım bir türbülans oluyordu, bu türbülansın uçağı resmen bir beşik gibi salladığını hatırlıyorum.
Bu sallantıdan ağlayan bebeklerin sesi, kadınların çığlıkları beni çok korkutmuştu. Sonrasında uçaın motorları durdu ve uçak düşmeye başladı. Bir belgeselde görmüştüm, uçağın en arkası uçakta hayatta kalınması en olası kısımdır diyordu adam. Ben de koltuğumu üzülerek terk ettim ve en arka koltuğa doğru ilerlemeye çalıştım. İlerlerken uçak suya çakıldı. En şanslı anım olabilir. Etrafım cesetlerle kaplıydı. Daha sonra annemi anımsadım. Arkamı döndüm ve gözlerime inanamadım. Annem kurtulamamıştı. İç organlarını bile görebiliyordum. Bağırarak ağlamaya başladım. Fakat ağlamak bu durumu düzeltmeyecekti. Daha sonra yatağımda uyandım. Kan ter içerisindeydim. Korkudan odamın dışına bile çıkamadım. Daha sonra annem odama geldi ve Endonezya’ya gideceğimizi söyledi.