İnançlarımızın, tarihsel koşullara ve olaylara uyum göstermek suretiyle, köleleştirişi güç olarak gösterilmesi mümkün müdür? Ne yazık ki mümkündür, çünkü din hakimiyet kurma aracına yani hegemonik güce dönüştürüldüğünde bu sonuç kaçınılmazdır.
İnsanın aklından geçirdiği, hayal ettiği ve bunu gerçekleştirdiği her şey, derinden ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirme ya da kendisine derin ızdırap veren bir şeyden bir an önce kurtulmaya yöneliktir. Bilindiği gibi, K. Marx ve F. Nietzsche dini, insanları mevcut toplumsal ve ekonomik koşullara uyuma zorlayan ve statükonun üstünlüğünü mümkün eden bir kaynak olarak görüp eleştirmişlerdi. Dinin böyle bir yüzünün olduğu reddedilemez. Ama aynı zamanda doğru olan bir şey daha vardır ki, din, mevcut toplumsal ve ekonomik şartlara isyan eden ve statükonun hakimiyetine son veren bir güçtür aynı zamanda.
Günümüzde her insan farklı farklı inançlara sahip olabilmektedir. Hatta ve hatta birden fazla inançları birleştirip onu tek bir din olarak görenler bile vardır. Ve 21. yüzyılda bu düşünce çeşitliliğine saygı duyulmaktadır. Fakat her zaman olduğu gibi buna karşı gelenler kendi inançlarına uymayan şeyleri doğru kabul etmeyen onları reddeden bir grup vardır. Bu grup dar bakış açısına sahip olmalarının yanında diğer insanların üzerinde baskı kurarak onların özgürlüklerini kısıtlamaktan hiç çekinmiyor.
Dine karşı kullanılan bu tutumları görmezden gelmek de dinin özünde bu köleleştirme ruhunun bulunması mümkündür. Peki hangisi daha doğru? Dinde toleransı, hoşgörüyü, felsefeyi üreten dindarların varlığı kadar bunun karşıt kutbunda yer alanlar da olduğuna göre, bunu dinin kendisine bağlamanın yanlış olacağı bellidir. Radikalizmin bir inanç değil de inancı savunma biçimi ama tamamen yanlış biçimi olduğunun fakında olmalıyız. Dini savunmanın radikal biçiminin bütün dinî kültürlerde olması, bunun herhangi bir dinin temelinden kaynaklandığı düşüncesinin yanlış olduğunu kanıtlar.
Dinin insanlarla ilk birleştiğinde özgürleştirici bir güç olarak yaşama yön verdiği görülür. İlerleyen zamanda ise din bu özgürleştirici diriliğini kaybeder ve kurumsal yapılar üzerinden bir baskı aracına dönüşür. Varlık gerekçesi ortadan kalkan ve gerçekleştirmesi gereken ideallere düşmanlık eden din zamanını doldurmuştur. Kendinden önce var olan dinlerin miraslarını arındırma amacıyla yeni dinin gelişinin arkasındaki temel motif budur.
Bunu gerçek bir olayla destekleyecek olursak: Hindistan’da filleri daha küçükken sağlam bir zincirle bir kazığa bağlarlar. Tabi ki daha yavru olan filin bu kazıktan kurtulması ya da zinciri kırması imkansızdır. Küçük fil başlarda bu zinciri kırmak için tüm gücüyle zincire asılır, onu kırmaya çalışır. Ama tüm çabalarına karşın sonucu değiştiremez, özgürlüğüne kavuşamaz. Zaman geçer ve fil artık sağlıklı ve güçlü bir yetişkin olmuştur. Bağlı olduğu kazığın onlarca katına gücü yetebilir ama fil asla böyle bir çaba sarf etmez. Çünkü bir zamanlar yavru olan bu fil özgür olamayacağına bir kere inanmıştır. Artık kırılmayan şey filin zinciri değil özgür olamayacağına dair inancı olmuştur.