Yıl 1991 aylardan Mayıs günlerden Pazar… Mahalle grubumuzla haftasonunun son saatlerini kaliteli geçirdiğimiz zamanlar… Hepimiz bisikletlerimizi almışız mahalleyi turluyor,para birleştirip bakkaldan dondurma alıyorduk. O zamanlar tek derdimiz olan dondurmanın içinden çıkacak kuponlar, aynı zamanda tek mutluluğumuzdu. Yaşımızın fark etmediği,her durumda birbirimizi koruduğumuz,her olayda birbirimize destek çıktığımız ve her alanda harika eğlendiğimiz bir gruptuk. Arkadaşlığımız ne sorgulanabilirdi ne de ölçülebilir… Tamamen bir bütün hatta bir aile olmuştuk. Her şey çok güzeldi. Yaptığımız tek şey süslü ve en değerlimiz olan bisikletlerimizle gezmek, eğlenmek ve sohbet etmekti. Ta ki yeni ama yanlış yollara girdiğimiz o akşamüstüne kadar…
Yine bisikletlerimizi alıp hep birlikte gezdiğimiz bir haftasonunun son gününe gelmiştik. Ne kadar zor da olsa ailelerimizi ikna edip bir şekilde buluşmayı başarmıştık. ilk önce Ege ile ben bisikletlerimizi çıkarmıştık daha sonra diğerleri. Altı kişilik bu grubumuzda her şey yolunda giderken bir anda Emir ve Elif’in annesi Selma teyze yanımıza gelmişti. Çok acil bir durumdan dolayı anneannelerini ziyaret etmeleri gerektiğinden, eve dönüp hazırlanmalarını söylemişti. Elif ve Emir ne kadar itiraz etmiş bile olsalar Selma teyze bir bakışıyla ikisini birden kapı etmeyi başarmıştı. oradan gelen ‘Arkadaşlar acaba buluşmayı yarın mı yapsak?’ Fikri Ege ve benim dışımda herkesin aklına yatmıştı. Ne kadar ısrar etsekte buluşmayı oy çokluğuyla iptal etmiştik. Ege yinede eve gitmek istemiyordu.Zaten yarın okul olduğu için buluşamayacaktık. ‘Ben ve Beritan bisiklet sürmeye devam edeceğiz herkese iyi akşamlar yarın yine haberleşiriz’ demişti Ege . Bana sormamıştı fakat ben zaten eve gitmek istemiyordum. Ege ve benim farklı bir ilişkimiz vardı diğerlerine göre. Ege beni her zaman koruyordu ve savunuyordu. Aramızda iki yaş olmasına rağmen abi kardeş ilişkisi değildi bizimkisi. Her ne kadar çocukta olsak ben ona aşıkmışım gibi hissediyordum. Birbirimize bir söz vermiştik; kimseyi birbirimizden daha çok sevmeyecektik ve büyüdüğümüzde birbirimizle evlenecektik. Kaybolsak bile birbirimizi bulmak için herşeyi yapacaktık.
sadece ikimiz kalmıştık. Artık yeni yerler keşfetmek istiyorduk. Ege ile sohbet ederken bir anda beni yeni bir yere götüreceğini söylemişti. Ona güveniyordum bu yüzden beni nereye götürürse gitmeye hazırdım. Hemen bisikletlerimize atlayıp götüreceği yerin yolunu tutmuştuk. Giderken sohbet ediyor ve eğleniyorduk. Yollar gittikçe sığlaşıyor ve yabancılaşıyordu fakat gördüğümüz ve denk geldiğimiz manzaralar buna değerdi. Geleceğimiz yere vardığımızda bisikletlerimizi taşa bağlayıp gezmeye başlamıştık. Saat geç bile olsa Ege yanımda olduğu için hiç korkmuyordum. Birlikte gezerken bir anda gelen çığlık sesi içimizi ürpertmişti. Sesi duydun mu diye sormuştu Ege. Duyduğumu söylediğimde hemen elimi tutmuştu. Büyük ihtimal bir hayvan sesidir diye içimi rahatlatmaya çalışıyordu. Ses ikinci kere gelince ikimizde şüphelenmeye başlamıştık. Ses yankılanıyor gibiydi. Ege onu takip etmemi söylemişti. Hemen peşine takılmıştım. Ne kadar yol yürüdüysek ses o kadar yakınlaşmaya başlamıştı. Sesler o kadar çaresiz geliyordu ki birisi katlediliyormuş gibi ve bana yardım edin diyormuş gibi haykırıyordu resmen. Attığımız son adımda bir kapı görmüştük. Seslerin oradan geldiği net bir şekilde belli oluyordu. Ege beni arkasında kalmam için uyarmıştı. Yavaş yavaş kapıya yaklaşıyorduk. Kapıyı sessizce açtığımız anda o iğrenç görüntülerle karşılaşmıştık. Bir kadın ve çevresinde beş şehir eşkiyası… Ege hemen gözlerimi kapatmıştı. Gözlerimden akan damlaları durdurmaya çalışırken hemen kolundan tuttum ve çekiştirmeye başladım. Ege ellerini gözlerimden çekmişti. Onu çekiştirmeye devam ederken bir şey fark etmiştim; Ege donakalmış ölmüş bedeni izliyordu. Ölü bedene dikkatlice baktığımda bende donup kalmıştım. ‘Anne!’ diye bağırıp cesede doğru koşmaya başlamıştı Ege. Ben sadece izliyordum. Adamlar Egeyi görünce hemen kaçmaya başlamışlardı. Beni asıl parçalayan şey ise korkudan tavuk gibi kaçan adamların arasında babamı görmem olmuştu. Her şey susmuştu benim için. Konuşan tek şey babamın gözleri ve Egenin göz yaşlarıydı. Ne yapacağımı hiç bilmezken Ege Yardım et diye bağırmıştı. Denemiştim fakat geçirdiğim şoktan ötürü hiç bir yerimi hareket ettiremiyordum. O sırada babam beni görüp hemen elimi tutmuştu. ‘Hepsi geçecek gitmemiz lazım’ demişti ve beni kucağına alıp koşmaya başlamıştı. Ege gitme lütfen yardım et diye ağlarken beni çoktan bir arabaya bindirmişlerdi. Kimse duymuyor muydu Ege’yi? bütün dünya sessizliğe bürünmüştü. Bu yardım çığlığını bir tek ben mi duyuyordum? Hatırladığım tek şey o çığlıklar ve babamın ne kadar rezil bir insan olduğuydu. Benim küçüklüğüm o hatırladıklarım ile birlikte bitmişti…
Yıl 2000, aylardan Eylül, günlerden pazartesi… Lisenin ilk yılı … Herkesi ve her yeri heyecan ile mutluluk kaplamıştı. Kendi sırama oturduğum anda yanımdaki arkadaşımın titremesini tüm sırada hissetmiştim. Bu beni de heyecana sürüklüyordu. Herkes kaynaşmaya başlamıştı bile. Ben ise tüm sıra ile birlikte titreşime maruz kalıyordum. Öğretmen içeri girdiğinde herkes ile birlikte ayağa kalkmıştım. Öğretmenden oturabilirsiniz komutunu aldığımızda hemen okul hakkında bilgilendirilmeye başlamıştık. Bu sene için seçmemiz gereken klüplerin olduğunu ve birazdan tüm klüplerin tanıtım yapmaya geleceğini öğrenmiştim. Sınıf kapısı çalmıştı ve ilk klüp tanıtımı başlamıştı. Herkes ilk önce kendini sonra klübünü tanıtıyordu. Hiçbir klüp ilgimi çekmezken bir anda birisi içeri girmişti. Kfamı sıraya koymuştum neredeyse uyuyacakken o ismi duymuştum. Ege Özdemir. Kafamı kaldırdığımda onu görmüştüm tam dokuz yıl sonra tüm bedeniyle kanlı canlı karşımdaydı. Göz göze gelmiştik. Saçları eskisine göre daha koyu, boyu daha uzun, bakışları daha acımasız ve bir o kadar da yakışıklıydı. Bana sadece üç saniye baktıktan sonra klübünü tanıtmaya devam etmişti. Beni tanımamıştı. kendimi hatırlatmak istiyordum. Soru sormak için el kaldırdığımda ‘dinliyorum’ diyip kafasını bana çevirmişti. Ben Beritan Aksoy demiştim ilk önce. Ne bir tepki ne de bir farklılık olmuştu yüzünde. sadece beni tanımasını istemiştim oysaki. Aklıma gelen ilk soruyu sorup yerime oturmuştum. Kendimi tanıtmayacaktım. Belki de beni hatırlamaması ikimiz için de en iyisi olacaktı. Gözlerim dolu dolu sıraya kafamı koyup pencereden dışarıyı seyretmeye devam ettim…
(Ege’nin gözünden) Yine bir lise yılıydı. Her yıl olduğu gibi hiç işimiz yokmuşcasına klüp tanıtımı yapacaktık. Yeni gelen öğrencilere tanıtım yapmak neden her yıl bizim görevimiz oluyordu anlamıyordum. Sınıf sınıf gezip klübümüzü tanıtıyorduk. Ben kadın hakları klübündeydim. Son sınıfa girdiğimizde bittiği için kendimce seviniyordum. Tam ismimi söylediğimde bir kişi sırasından kalkıp tam gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. Tanımıştım, aslına bakarsan hiç unutmamıştım ki bu yemyeşil gözleri, bu çaresiz gözleri. Hiç bir şey olmamış gibi boğazım düğümlü bir şekilde klübümü tanıtmaya çalışıyordum. Fakat aklımda bir tek o vardı. Beritan Aksoy. klüp tanıtımım bitmek üzereyken soru sormak için el kaldırmıştı. Ne yapacağımı bilemeden sadece dinliyorum diyebilmiştim. Ben Beritan Aksoy diyip beş saniye beklemişti. Belki de onu tanımamı bekliyordu ya da tek bir kelime etmemi. Bir şey söylemeye ne cesaretim ne de gururum elveriyordu. onu tanımadığımı anladığında bir soru savuşturmuştu sadece sormak için. Ben de sadece bir cevap vermiştim ve susmuştum. İkimimizde adım atmıyorduk. Sınıftan zor adımlarla çıkarken bir kere daha bakmıştım ona kafasını sıraya koymuş ve gözleri dolmuştu. Artık ikimizde bazı şeylerin sözle çözülemeyeceğinin farkındaydık. Belki de konuşmamamız ikimiz için de en iyi olurdu…