Kayıp Şehir

Kum fırtınası bitmişti. Gözlerimi kısıkça açıp bana bakan yılanla göz göze geldim. Ani bir sıçrayış yaptım ve yılan korkarak uzaklaşmıştı. Üstümdeki kumları silktim ve ayağa kalktığımda önümdeydi.

Kayıp İrem Şehri’ni bulmaya, kendimi bu maceraya atmıştım. Bu antik şehrin uzun süredir efsane olduğunu düşünüyordum. Ta ki bugüne kadar. Bu antik şehirde Ad Kavmi’nin hazineleri, kalıntıları ve çokça eser bulabilirdim.
Sonunda Yemen’deydim. Rubülhali çölü buraya çok yakındı. Haritam yanımdaydı ve bu zorlu mücadele için bir at kiralamıştım. Artık vakit gelmişti. Güneş doğarken yola çıktım. Rubülhali çölü buradan yaklaşık 6 saatti. Yolda eski kuyular, anıtlar vardı. Kumtaşlarından işlenmiş bazı yıkık ve yontulmuş anıtlar vardı. Masmavi ve tek kuşun bile uçmadığı bu uçsuz bucaksız, tıpatıp birbirine benzeyen tepelerden oluşan çölde ilerlediğimi anlamıyordum. Akşam üstüne doğru bir mola verdim. İnci gibi parlayan güneş batmıştı. Serin kumların üzerine uzandım ve ufka bakıyordum. Tuhaftır, ufuktaki görüntünün netliği azalmıştı ve azalmaya devam ediyordu. Rüzgâr artmıştı. Kumlar uçuşmaya başlamıştı ve hava bir anda kapadı. Sert bir darbeyle vuran toz kümesi gözüme kaçmıştı. Gözümü açtığımda bir toz bulutunun beni sardığını gördüm. Etrafımda uçuşan kum taneleri, şiddetli rüzgâr ve acıyan gözüm sayesinde görüşüm çok zorlaşmıştı. Harita elimden uçup gitmişti. Yetmezmiş gibi bacağımda bir acı hissettim. Bunlar yılanlardan kaynaklanıyordu. Yılanı tutup uzağa fırlattım. Toz, rüzgar ve yılanın verdiği acıdan dolayı yere düştüm. Gözümü kapayıp kendimi korumayı denedim. Acı inanılmazdı. Bu fırtınanın gazabına uğramıştım ve İrem Şehrini bulmaya çok yaklaşmıştım…
Ayıldım. Kum fırtınası bitmişti ve acım azalmıştı. Gözlerimi kısıkça açtığımda bir yılanla göz göze geldim. Sersemliğin etkisiyle hemen anlayamasam da ani bir sıçrayış yaptım ve yılan korkup kaçmıştı. Üstümü silkeledim ve etrafa iyice baktım. Burası bayıldığım yerden farklıydı. Etrafta işlemeli ve görkemli sütunlar, taş parçaları ve daha uzakta bir çeşit altın kubbeli bir saray ve etrafında şehir vardı. Burası oydu. İrem Şehri’ni bulmuştum. Sevinçle şehre doğru yürüyordum. Şehrin görkemli ve göklere uzanan kapısına girmeden önce; devasa, soluk renklerde iki gardiyan heykeli beni karşılamıştı. Ellerindeki altın işlemeli, parlak mızraklar ta gökyüzüne uzanıyordu adeta. Kapıdan içeri girdiğimde şehir yıkılmış haldeydi. Kum fırtınaları ciddi darbeler vermiş olmalıydı. Beyazımsı kumtaşı mermerinden üretilmiş binalar, altın renginde kubbeler ve kapı çerçeveleri vardı. Duvarlar resimlerden oluşuyordu. Kayalardaki renk çeşidi sınırsıza yakındı. Turuncudan soluk krem rengine her türden işlemeli mermer vardı. Görkemli köprüler ve yıkık bir şehir tadı katan aşınmış sütunlar şehrin dört bir yanındaydı. Ortadaki sarayın kapısının girişi desenli ve gene altındandı İçeriye girdiğimde soluk kırmızı halılar taht odasına gidiyordu. İşte ordaydı. Ad Kavmi’nin hazineleri. Odada yürürken bir yıkılma ve çatlama sesi duydum. Aldırmadım fakat devam etti. Dışarı ne olduğuna bakmaya çıktım ve yıkılan sütun ve köprüler gördüm. Hava kararmıştı ve havada bir tayfun oluşmuştu. Sarayın kubbesi yıkılmaya başlamıştı. O an aklıma çatmıştı. Ad Kavmi, Tanrı’nın gazabına uğramıştı. Uğramadan önce bu şehri yapmıştı ve kızının, İrem’in, adını vermişti. Halkı bolluk çekerken Tanrı’nın gazabına uğrayıp yok olmuşlardı ve şehir mühürlenmişti. Hazine bir aldatmacaydı ve şehre giriş yasaklanmıştı. Kendimi hemen sarayın dışına atıp kapıya koşmaya başlamıştım. Yıkılan sütunlar, binalar ve köprüler. Şehir kendi içine yok olmaya çekiliyordu. Kendimi kapıya zar zor atıp bu girdaptan uzaklaşıyordum. Tüm heykeller, giriş, saray, köprüler, bu koca şehir gömülüp gitmişti. Uzaktan batışını izledim ve İrem Şehri, efsanenin ve tarihin bir eseri olarak gömülmüştü.

Eve dönüş yolunda bir takım atlılar gördüm ve beni Sana’ya bırakıp bırakamayacaklarını sordum. Bırakabiliriz dediler ve atlı liderinin atının arkasına binip yola koyulmuştum. Bir koca hazine arayışının sonucunun şehrin batıp gitmesi ve hazinenin aslında aldatmaca ve şehre girenlere bir ders olsun diye uydurulması ne kadar akıl almaz gelse de epik ve riskli bir macera olmuştu…

(Visited 76 times, 1 visits today)