İnanış, bir bireyin bir konu hakkında kişisel düşüncesidir. Bir şeye inanmak kimilerine göre özgürlük olsa da bana göre kendi beynimizi hapsetmektir. Kendini bir şeye inandıran, o şeye kafasını koyan biri başka türlü düşünmekte zorlanır. Örneğin kadınların kötü araç kullandığı inanışı ülkemizde bir hayli popülerdir. Bu inanış ister istemez özellikle erkek bireylerin kadınların da iyi araç kullanabileceğine inanmasını zorlaştırır. Ya da erkekler iyi yemek yapamazlar inanışı. Bu ise kadınların erkeklere yemek konusunda güvenmemesini sağlar. Tabii ki inanış dini de olabilir, fakat bu durumda bir insanın inanışı, başka birinkini etkilemez, etkiliyor ise de etkilememelidir. Bu gibi durumlar kısacası beynimizin hapsolmasını, başka opsiyonları düşünememesine yol açar.
İnanmak. Aslında hayatımızda olmasa yaşayamayacağımız bir kavramdır. Bu inanma olayının bir konu üzerinde çok defa gerçekleştirilmesi sonucu oluşur bence inanış. Bir insanın ortaya attığı fikre başkaları da inanırsa bu algı büyür, büyür, büyür… Buradan yola çıkarsak aslında bir inanışa hak veren, ona inanan bir birey sadece bir insanoğlunun bir zamanlar ortaya attığı bir fikre inanmış olur. Bu durumda herhangi bir inanışa inanarak insanların kendi öznel düşünceleri olduğunu sandıkları düşünceler nesneldir. Bu kimine göre akıllıca bir durum olsa da nesnel şeylere inanmak bana göre kreatif olamamaktır. Öznel fikirler çoğu insan tarafından küçümsense de kâle alınmasa da en yenilikçi, farklı bakış açılı, kısacası en önemli fikirler öznel fikirlerdir.
Beynin hapsolması ne anlama gelir peki? Bence beynin hapsolması bir şey düşünememek değildir. Beynin hapsolması herkesin düşündüğünü düşünmektir. İnanışlar da bir bakımdan herkesin düşündüğü bir şey olduğundan dolayı popüler inanışlara inanan çoğu kişinin beyinleri hapsolmuştur. Bu demek değildir ki hiçbir inanışa inanmamalıyız. Örneğin dünyadaki ilk medeniyetlerden birisinin Çin medeniyeti olması inanışı. Bu durumu sonuna kadar kanıtlamak için yeterli bilgiye sahip olmasak da kanıtlayabildiğimiz kadarı çoğu insan tarafından inanılır ve mantıklı görülür. Aslında inanışlar da bunlardan ibarettir. İnanışların inanış olup gerçek olmama sebepleri kanıt yetersizliğindendir. Mesela kadınlar inşaatlarda çalışamaz. Niye? Bütün kadınlar için geçerli mi? Fiziksel açıdan mı çalışamazlar? Bu gibi sorular inanışları inanış kılar.
Sonuç olarak inanışlar bence beynimizin gerçeğe değil varsayıma inanmasını sağlar ve bu olay da aklımızı hapseder. İnanış ne olursa olsun kanıtları sorgulanmalıdır ve eğer yeterli kadar kanıt varsa gerçeğe dönüştürülmelidir. Ancak böylece insanlar inanışlara değil gerçeklere inanır. Ancak böylece insanlar beynini hapishaneden kurtarır.