Hep daha fazlasını istedim. Elimde olanla yetinmeyi öğrenemedim. Her insanın böyle bir yönü var aslında. Hep daha fazlası hep daha iyisi… Yetmez mi? Elinde olan seni mutlu etmez mi? Beni etmemişti. Yaptıklarımla, hayatı nasıl yaşadığımla, hiçbir zaman mutlu olmayı beceremedim. Bu yaşadığım olay sonrasında her şeyde bir mutluluk aramaya kendime ant içtim.
Çoğu insanın çalıştığı daha doğrusu çalıştırıldığı gibi bir işim vardı. Her gün sabah altıda kalkıyor işe gidiyor ve eve akşam yedide dönüyordum. İşteki pozisyonum önemli değildi. İyi bir miktar para da kazanmıyordum. Bana birçok fırsat veriliyordu. Ön planda olmam, pozisyonumu yükseltmem için. Fakat ben yaşama şeklimden memnun muşum gibi davranıp şu andaki maaşımın yeterli, işimde de mutlu olduğumu söylüyordum. Her şeyde kötü, mutsuz olanı görüyordum. Hayatın olumsuzluklarından uzaklaşmak için bir arkadaş grubum ya da eski, sevimli bir havası olan gizli, biraz rahatlamak için kaçtığım bir kütüphanem de yoktu. Yolda gördüğüm, yeni açmış bir çiçek günümü daha iyi hale getirmiyordu.
Herkesin benden nefret ettiğini düşünürdüm. Sanki dünyanın en çirkin, en sinir bozucu insanıymışım gibi geliyordu. Ben oradan ayrıldığımda herkes arkamdan konuşuyor, kıyafetlerime, makyajıma laf ediyor diye çok korkuyordum. Yaptığım projelerin ne kadar kötü ne kadar acemice olduğunu düşünürler diye gece gündüz kendimi dinlenmekten yoksun bırakıyordum. Kendime o kadar güvenmiyordum ki geceleri uyumadan önce neyi nasıl yaptığımı veya o gün dediğim şeyleri ardı ardına aklımda tekrarlıyordum. Hangisi utanç verici, hangisi beni küçük gösterdi, hangisi başkasını üzmüş olabilir diye saatlerce düşünürdüm. Hayatı tedirgin yaşıyordum. İşim o kadar fazla olmasa bile kendime ayırdığım bir saatim bile yoktu. Nasıl daha iyi olabilirim? Nasıl daha fazla para kazanabilirim? Nasıl daha güzel görünebilirim? Nasıl düşündüğüm şeyleri paylaşabilirim? Benim bir günde düşündüğüm şeylerden beş ciltlik kitap yazabilirdiniz.
Kendimi sevmiyordum ki ben, nasıl başkasını sevebilirdim? Başkalarını sevemiyorsam onlar beni nasıl sevebilirlerdi ki? Bir gün bir adamın benimle aynı metroya bindiğini fark ettim. Birkaç gün onu izledim. Aynı durakta biniyorduk. Hep aynı yere oturuyordu. Çantasından bir kitap çıkarıyor ve ineceği durağa kadar başını kaldırmadan onu okuyordu. Sanki bu yaşadığımız dünyaya hiç ilgisi yoktu. İlk dikkatimi çeken şey elleriydi. Uzun ve kemikli yapısı olan geniş elleri vardı. Çalışmaktan yorulmuş gibiydiler. Hep şık giyiniyor, üzerinde gri veya siyah bir ceket oluyordu. Her iş adamında olan o siyah deri bir iş çantası vardı. O da benim gibi her gün saatinde metroda oluyordu. Pantolonları temiz ve ütülüydü. Çoğu zaman beş dakikada bir kontrol ettiği pahalı bir saati vardı. Etrafına hiç bakmıyordu. Acaba beni fark etti mi diye düşünmeden edemiyordum. Fakat hayır, o gün de kafasını kaldırmamıştı. Kendimi ona fark ettirmeyi vazife edindim. Belki de beklediğim işaret buydu.
Bu sefer daha şık giyinip internetten öğrendiğim bir makyaj stilini uygulamıştım. Metroya on dakika kadar önce gittim. Onun gelmesini beklerken ellerim buz gibi olmuştu. Kalbim sanki yuvasından dışarı fırlayacakmış gibi kan pompalıyordu. Bana bir şey derse ne yapacaktım? Nasıl davranmalıydım? Nasıl ona karşı hiçbir ilgim yokmuş gibi gözükebilirdim? O sırada karşımdaki merdivenlerden indiğini gördüm. Bakışları hala yürüdüğü yola dönüktü. Yanıma geldiğinde beni fark etti. Sonunda o ağır basan kafasını kaldırıp bana bakmıştı. O günden sonra aynaya bakmaya, giyinişime ve tavırlarıma özen göstermeye başladım. Daha dik yürüyor, daha yüksek sesle konuşmaya çabalıyordum. Ben kendime zaman ayırıp güvendikçe, o bana daha fazla ilgi gösteriyordu. Ben ona bakıyor, onun da bana bakma sırası geldiğinde bakışlarımı hemen onun masmavi gözlerinden kaçırıyordum.
Dünyayı farklı görmeye, yolda yeni açan çiçeklere gülmeye başladım. Birisi bana böyle bir şeyin olacağını söyleseydi imkânsız derdim. Nasıl da böyle oluverdim? İnsanların benim hakkındaki yorumları, o bana ilgi gösterdiği sürece kimin umurundaydı ki? Dünya benim için bir anda mutluluklar denizine dönüşmüştü. Bir kedinin bana miyavlaması, kahvecideki çalışanın ismimi doğru yazması, yerde 25 kuruş bulmam, eve dönerken âşık olduğum kişinin bakışlarını üstümde hissetmem… Bunların çoğunu zaten yaşıyordum fakat beni ne kadar mutlu edebileceklerinin farkında bile değildim.
O gün çantasından kitap çıkartmadı, elinde deri iş çantası yoktu. Metroya bindiğimizde üç aydır oturduğu koltuk yerine yanıma oturdu. Elinde pembe bir gül vardı. Maskesini çıkartıp bana gülümsedi. ‘’Bunu kabul eder misiniz?’’