Bildiğiniz üzere günümüzde dört din vardır. Bu dört dinin isimleri İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik, ve Budizm’dir. Bu dinler en çok inananı olan dinlerdir, bunların yanında tabiki başka dinlerde vardır fakat bu dinlerin inananları küçük değerlerdedir. Bunlara örnek olarak: Jainizm, Sihizm, Şintoizm, Taoizm, Tenrikyo ve Zerdüştlük verilebilir. Bir de ek olarak hiçbir dine inanmayan bir grup bulunmaktadır. Bu grup herhangi bir tanrıya veya dine inanmaz. Dini literatür de bunlara ateist, inançsızlıklarına ise ateizm denilmektedir. Belirttiğimiz üzere saydığımız her dinin kendisine ait özelliği bulunur. Ancak İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik aynı Tanrı tarafından yeryüzüne indirilen dinlerdir. İndirilme dönemleri farklıdır. Peki bu inanışlar insanı köleleştirir mi, özgürleştirir mi? Yada insanların doğasında neden bir şeye inanma hissi yatar? İnsanların dinlere inanmalarının genel sebebi tanrının gerçek olduğuna ve insanların onunla iletişim kurabilip, dünyanın işleyişine etkilerini algılayabiliyor olduklarına inanmalarıdır. Bunun dışında bu konu büyük düşünürleri yıllardır uğraştırıyor. Örneğin Karl Marx dini “toplumun afyonu” olarak tanımlarken; Sigmund Freud ise, tanrının bir yanılsama olduğunu ve inananların çocukluk dönemindeki güvenlik ve bağışlanma ihtiyaçlarına döndüğünü düşünüyor. Daha yeni bir psikolojik açıklama ise, kendi evrimimizin “tanrı şeklinde bir boşluk” yarattığı ya da evrimin bize verdiği mecazi “tanrı motorunun” bizi tanrısallığa inanmaya sürüklediği. Yani aslında bu hipotez, dinin, insan gelişiminde büyük önem taşıyan bir takım bilişsel ve sosyal adaptasyonların ürünü olduğu şeklinde.
Kendi düşüncelerime göre yorumlamak gerekirse bende çocuklukta güven ve bağışlanma amaçlı bi ihtiyaç ve sosyal bir adaptasyon olduğunu düşünüyorum. Fakat inanışların zorunlu olmadığı bir toplumda yaşadığımızıda hatırlatmak isterim. Çünkü Din özgürlüğünün olduğu bir toplumda her birey, istediği inanç ve dini benimseyebilir ya da hiçbir dine inanmayabilir. Ona ne belli bir inancı benimsemesi için ne benimsediği inancı belli bir biçimde ifade etmesi herhangi bir baskı ve zorlamada bulunulamaz. Ayrıca benimsediği inançtan dolayı kınanması ya da suçlanması da doğru değildir. Bu nedenle kişinin bir inanç ve dini benimseyip benimsememesi, benimsediği inancı nasıl ifade edeceği tamamen akıl ve iradesiyle karar vereceği bir durumdur. Din hürriyetinin bilinçli bir biçimde kullanılması ve başka bireylerin dinî özgürlüklerine saygı gösterilmesi gerekmektedir. Özellikle, farklı dinleri ya da teolojik kanaatleri benimseyen insanların aynı toplumda iç içe yaşadığı günümüzde bu bir zorunluluktur. Ancak insanların bu konuda gereken duyarlılığı gösterebilmeleri için din hürriyetinin doğuştan gelen haklardan olduğuna inanmaları şarttır.
Sonuç olarak bana göre belirli bir dine inanan insanlar katı kurallar karşısında özgürlüklerinden men ediliyor, yani köleleştiriliyorlar. Tabiki buda onların seçimi olduğu için karışılması söz konusu değildir. İstek üzerine bir dine mensup olmayan, çevresi tarafından zorlananlar ise cidden inanışlarına tutsak kalmış kişilerdir ve yardıma ihtiyaçları vardır.