Küçükken büyüyünce ne olacağım, hangi mesleği seçeceğim çok sorulurdu bana. Hiçbir akrabamın dilinden düşmezdi bu soru. Babam doktor, annem ise voleybolcu olmamı dilerdi. Ben ise ne kana dayanabilir, ne top oynayabilirdim. Bana dedektiflik daha cazip gelirdi. Dava çözmek, ipuçlarını takip etmek… Hayatım boyunca bu hedefim doğrultusunda çalıştım. Sonunda başardım. Son nefesini veren annem ise bunu hiç göremedi.
Mesleğime başladıktan yalnızca beş ay sonra babamı kaybettim. Bu olay ilk yaşandığında olay yerine girmeme izin vermediler. Beni, ve çalışma hayatımı kötü etkileyeceği söylendi. Ben de her ne kadar ilk başta bu şekilde düşünsem de, yardımcı olabileceğimi düşündüm. Sabah ilk iş kaptana davayı bana devretmesini istemeye gittim. Daha çok yalvardım gibi. Bana sürekli şu cümleyi kurdu “Kızım, senin yaşın çok geç, bunu kaldıramazsın.” Hem babamın ölümü hem büyük bir dava olduğundan bu cümleyi sürekli olarak tekrarlayıp durdu. Ben ise ona karşı çıkıp “Babamın başına ne geldiğini sizden çok ben öğrenmek istiyorum. Sizce de bu hakkım değil mi?” dedim. Ve dediğim gibi kaptan başını aşağı yukarı sallayıp “Pekala, hemen işe koyul.” dedi ve ardından elime dosyaları tutuşturdu. Hemen masama oturup dosyaları tek tek detaylı bir şekilde incelemeye başladım. İntihar süsü verilmişti, ama ben emindim, bu bir cinayet. Babam kendini öldürmeyecek kadar severdi bu hayatı. Yüzünden gülümse hiç eksik olmazdı. Babam, Balgat mahallesinde terk edilmiş bir evde ölü bulunmuştu. Balgat babamın sıkça gittiği bir mahalleydi. Öldüğü evin birkaç sokak altında her çarşamba ve cuma günü gittiği bir kahvehane var. Biraz eski püskü bir mekan olsa da, oraya gidip eski dostlarıyla tavla oynamaya bayılırdı. Fakat son zamanlarda gitmeyi bırakmıştı. Bazı dedektif ve polisler evi araştırırken, ben de kahvehaneye gidip birkaç kişiyi sorguya çekme kararı aldım. İçeri girdiğim anda içeride kim varsa anında kaçmaya başladılar. Elimden geldiğince hızlı koştum. Bir adamı yakasından tutup kendime çevirdiğimde, bu kişinin babamın en yakın arkadaşı olarak tanımladığı Ekrem Bey’di. Gözlerinde öyle çok sinir ve hırs vardı ki, kendimi tutamadan “Babama ne yaptın?” diye sordum. Sanki bizzat onun babamı öldürdüğünü anlamıştım. Bana bakarak “Nasıl da anladın, çok zekisin sonraki kurbanım.” Ne diyordu o? Ardından “Sence 2011’de de annen intihar mı etmişti? Ah hayır, onu da ben öldürdüm. Ve beni hiçbir şekilde yakalatamazsın.” Ardından ona sahte bir gülüşle “Aslında, yakalayabilirim, buna yetkim var.” Ekrem Bey bana şok içinde bakarken bileklerine kelepçeyi taktım ve kapıdaki polislere teslim ettim. Kapıdan çıkmadan önce bana dönüp şöyle dedi “Yakında tekrar görüşeceğiz kurbanım.”
Üç yıl sonra, dedektiflikten kaptanlığa terfi edilmiştim. Karanlık bir salonda heyecanlı bir bekleyiş içindeydim. Zaman gelmişti. Konuşmamı yapmak için alkışlar eşliğinde kürsüye çıktım. Tam konuşmaya başlayacaktım ki kalabalığın ortasında onu gördüm. Ekrem Bey, yüzünde korkunç bir gülümseme, elinde kocaman bir bıçakla bana bakıyordu.