İnsan zekâsı ve teknolojisi olmasına rağmen dünya nüfus artışı günümüzün önemli sorunlarından biridir. Dünyanın nüfus olarak yapılanması, Neolitik dönemle başlar. İlerleyen dönemlerde insanın yarattığı teknolojik gelişmeler sayesinde hem insanın ortalama ömrü uzamış hem de nüfus artışı hızlanmıştır. Son 350 yılda, her yıl yaklaşık 97 milyon insanın katıldığı 500 milyondan 6 milyara yükseldi. Bugün dünya nüfusunun ortalama büyüme oranı% 1,7’dir. Gelecekte aynı oranda artmaya devam ederse, dünya nüfusu yaklaşık 41 yıl içinde iki katına çıkacak. Gelişmiş ülkelerde nüfus artış oranı %0,5-1 civarında artarken, gelişmekte olan ülkelerde %2-3 oranında artmaktadır. Bu gelişme, dünyanın demografik yapısında önemli değişikliklere ve sorunlara neden olmaktadır.
Hızlı nüfus artışı, gelişmekte olan ülkelerde kaynakların yetersiz kalmasına, kalkınma oranlarının yavaşlamasına, ekonomik ve toplumsal sorunların artmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkeler ise bu artışın dünyanın toplumsal ve ekonomik dengelerinin istikrarını bozabileceğinden kaygı duyuyorlar. Dünya nüfusunun hızla artması bir taraftan sınırı olan organik kaynak tüketirken, öteki taraftan siyasi, askeri, beslenme ve işgücü benzer biçimde nedenlerle ülkeler için ehemmiyet arz etmeye devam etmektedir. Geçmişte ülkeler, nüfusun sayısal fazlalığını, bilhassa müdafaa açısından kuvvetli olmak için lüzumlu ve yeterli bir unsur olarak görüyorlardı. Ancak bugün vurgu, sayısal fazlalığından ziyade nüfusun zihinsel açıdan gelişmişliği daha önemlidir. Sosyal ve ekonomik faaliyetlerle birlikte, nüfusun sayısı ve özellikleri ile ülkelerin gelişimi ve gelişim düzeyi arasında bir ilişki kurulmaktadır. Sonuca bakarsak nüfus artışının genel ekonomik büyümede mühim bir unsur olduğu ve hatta birtakım durumlarda kişi başına düşen üretimin artmasına katkıda bulunabileceğini görürüz. Düşük gelirli ülkelerde, hızlı nüfus artışının kısa ve orta vadede zararlı olması muhtemeldir çünkü oldukça sayıda bağımlı çocuğa yol açmaktadır. Uzun vadede, bu gençler üretken yetişkinler haline geldikçe, bu ülkelerde demografik bir temettü olması muhtemeldir. Ayrıca, düşük gelirli ülkelerde olduğu benzer biçimde, yüksek doğurganlık düzeylerinin neden olduğu nüfus artışının, genel hatlarıyla tasarruf ve ekonomik gelişme üzerinde daha iyi huylu etkilere haiz olduğuna inanılan ölüm oranlarındaki düşüşlerden meydana gelen büyümenin aksine genel refahı azaltabileceği iddia edilmiştir. Düşük gelirli ülkelerden yüksek gelirli ülkelere artan göç, düşük gelirli ülkelerdeki yüksek nüfus artışının birtakım baskılarını hafifletirken, bu düşük ve olumsuz doğal nüfus artış oranlarını dengeleyebilir.
Literatürde nüfus artışının ve kişi başına düşen üretimdeki artışın bağımsız olmadığı konusunda bazı mutabakatlar var gibi görünmektedir ve aralarındaki ilişkinin en muhtemel niteliği, özellikle nüfusun yaş yapısı başta olmak üzere, belirli koşullara bağlı olduğu görülmektedir. Gelecekte bu çocuklar işgücüne girecek ve ekonomik büyüme artmalıdır. Nüfus artışının yörüngeleri büyük ve dramatik dönüm noktaları içerme eğiliminde değildir, bu nedenle dünyanın çeşitli bölgelerindeki nüfus eğilimlerinin kısa vadede politika değişiklikleriyle önemli ölçüde değiştirilebilmesi olası değildir. Sonuç olarak, nüfus politikalarının nüfus artışı ve yaş yapısı üzerinde daha uzun vadeli etkileri olabilmesine rağmen, nüfus artışının kişi başına düşen ekonomik büyüme üzerindeki etkisi muhtemelen ülkeye özgü olmaya devam edecektir.