ZÜMRÜT YEŞİLİ GÖZLER (serinin 1. kısmı)

O gün gelmişti. Hayatımı değiştirecek konuşmayı yapmak üzereydim. Çok heyecanlıydım, kelimeleri birbirine karıştırıp akıcı konuşamamaktan korkuyordum. Aklımdan bir sürü şey geçiyordu : ya donup kalırsam ya sunumu beğenmezlerse ya her şeyi batırırsam. Zaman giderek yaklaşıyordu dakikalar akıp geçiyordu. ‘kaygılanmanın sırası değil Sıla. Konuşma iyi geçecek. Aylardır bu an için hazırlanıyorsun. Her şey kontrolün altında.’ diye düşündüm kendi kendime. Tam o sırada “Sıla Hanım sıra sizde” dediler. Sahneye çıktım ve yavaş adımlarla kürsüye doğru yürüdüm. Mikrofonun önüne geçtim ve kalabalığa hızlıca göz gezdirdim. Çoğu büyük şirketlerin CEO’su idi. Çoğunu tanımıyordum bile ancak bildiğim bir şey vardı ki hepsi çok önemli insanlardı. Derin bir nefes aldım. Tam konuşmaya başlayacaktım ki onu gördüm. Zümrüt yeşili gözleriyle beni avını takip eden bir avcı edasıyla izliyordu. İçime bir ürperti hissi geldi. Daha fazla vakit kaybetmeden sunuma başladım. Her şey iyi gidiyordu ne kelimelerin telaffuzunda takılmıştım ne de o çok önemli kişilerin oluşturduğu kalabalık önünde kendimi rezil etmiştim. Ama aklım hala ondaydı. Kahve rengi saçları, zümrüt yeşili gözleri . . . Buraya nasıl geldiğini anlayamamıştım burada olmaması gerekiyordu. Aklımca binlerce soru vardı. Ama hepsini bir kenara bırakıp sunuma odaklandım. Yaklaşık iki saat süren konuşmamdan sonra herkes beni ayakta alkışladı. Başarmıştım şirketimizi ve yeni teknolojileri başarıyla tanıtmakla kalmamış bir de düzinelerce ortak kazanmıştım. Çok mutluydum herkesi selamladıktan sonra eşyalarımı topladım, tam gitmeye hazırlanıyordum ki biri beni kolumdan tutup tenha bir köşeye çekti. “Konuşma fevkaladenin fevkiydi küçük hanım” dedi kalın bir ses. Ben bu kişiyi tanıyordum, bu Umut Beyhan’dı. Bir a buna inanmak istemedim. İyi yıl boyunca ondan kaçıp New York’a geldikten sonra tam karşımda duruyordu. Bir daha onu baştan aşağı süzdüm. Maalesef bu oydu kahverengi saçları, yem yeşil gözleri ve siyah takım elbisesiyle tam karşımda duruyordu. “Senin burada olmaman gerekiyordu, Hem beni nasıl buldun!” diye bağırdım. Sesim titriyordu, korkmuştum ancak cevaplarda istiyordum. Bu yüzden korkumu belli etmemeye çalıştım. “Benden kaça bileceğini sanman tatlı bir hataydı küçük hanım. Ayrıca eğer bu kadar saklanmak istiyorsan daha kaçmak için daha iyi bir şehir şeçmeliydin. New York dışında herhangi bir yer iş görürdü.” dedi aşağılayıcı bir edayla. “Seni azıcık tanıyorsam Türkiye’den buralara kadar sadece benimle konuşmaya gelmezdin. Şimdi söyle neden buraya, bu toplantıya geldin.” dedim gözlerinin içine bakarak. Yaptıklarından sonra buraya kadar gelip benimle konuşmaya nasıl cesaret etmişti. Hem de bana ‘küçük hanım diye sesleniyordu. “Seni özlemiş olamaz mıyım prenses.” dedi. “dalgamı geçiyorsun diye karşılık verdim “peki tamam, buraya hem benim olanı eve götürmeye hem de çaldığın projeleri almaya geldim.” dedi. “Aklını kaçırdın herhalde ben hiçbir zaman senin değildim ve olmayacağım. Ayrıca ben hiçbir şeyi çalmadım sadece benim olanı aldım. Şimdi müsaade ederseniz eve gideceğim Bay Beyhan iyi akşamlar.” dedim. Cevap beklemeden binadan dışarı hızlı adımlarla çıktım. Özel aracıma bindim ve şoförüm Mustafa’ya beni eve götürmesini söyledim. Eve varınca direk olarak yatağa gittim. Çok yorulmuştum, başım ağrıyordu. Duş almak dahi aklıma gelmedi. Bugün olanları ve üç yıl önce yaşananları düşünerek uykuya daldım

 

ÜÇ YIL ÖNCE TÜRKİYE BEYHAN ŞİRKETİ                                                                                                               “Anlamıyorsun Umut bu proje insanlığı kurtara bilir!” diye bağırdım. Derdinin ne olduğunu anlamamıştım. Elinde bu kadar büyük bir fırsat, bir umut varken bunu insanlık için kullanmak yerine teröristlere satmayı düşünüyordu.      “Seni gayet iyi anladığımı düşünüyorum hayatım. Fakat bu işimize yaramaz. İnsanlar seni kahraman olarak görmezler sadece yarattığın şeyleri kullanılmaz hale gelene kadar sömürüp onunla işleri bitince de seni hiç var olmamışçasına unuturlar.” dedi sakin şekilde bense daha da sinirlenmiştim. “Senin bu kadar aşağılık bir insan olduğunu bilseydim asla aşık olmazdım!” diye bağırdım. ” Senin yerinde olsam sözlerime dikkat ederdim prenses.” dedi. Ses tonu sanki beni uyarmaya çalışıyormuş gibiydi. Kullandığı takma adsa şu anda midemi bulandırdı. Nasıl bu kadar aptal olabildim diye düşünüyordum. Aşk gözümü köreltmekle kalmamış aynı zamanda onun gibi bir şeytanın yaptığı şeyleri görmezden gelmeme neden olmuştu. ama artık gözümü açmıştım. Umut’un ne kadar karaktersiz ve kötü kalpli biri olduğunu fark ettim. Bunca zamandır beni yanında tutmasının sebebi zekam ve şirketine kazandırdıklarım değilse neydi peki. Sonuçta savaşlara çözüm olabilecek bir teknolojiyi teröristlere satan birinden her şey beklenebilirdi değil mi? “Dikkat etmezsem ne yapacaksın! Beni odama falan mı kilitleyeceksin, aç mı bırakacaksın.” diye karşı çıktım. ” Ben olmasaydım sen bir hiç olurdun Sıla! Bunun farkına ne zaman varacaksın bensiz hiçbir işe yaramaz zeki budalanın tekisin!” diye bağırdı. Gözlerim doluydu bir anda o sözleri duyunca gülmeye başladım” Sensin bir hiç olacağımı düşünüyorsan çok yanılıyorsunuz Umut bey. Umarım bir daha görüşmeyiz.” dedim. Projenin detaylarının olduğu USB belleği aldım, parmağımdaki yüzüğü yere attım ve şirket binasından dışarı fırladım. Öncelikle MİT’te ajan olan arkadaşım olan Deniz’i aradım ve beni ülkeden gizlice çıkarmasını istedim. Ne olduğunu sorduğunda ise olanları bazı yerleri atlayarak -özellikle Umut’un teröristlerle bağlantısının olduğu kısımlar- ona anlattım. İsteğimi kabul etti ve iki aya beni ülkeden çıkardı. Bir süre Times meydanı yakınlarında oturan arkadaşım Aleyna’yı aradım ve birkaç ay onun evinde kaldım. Daha sonra onunla birlikte ‘MERCURY’ şirketini kurduk ve kısa zamanda listelerde yükseldik.

GÜNÜMÜZ                                                                                                                                                          Terler içinde uyandım bu rüyayı uzun zamandır görmemiştim. Kalktım duş aldıktan sonra üstümü değiştirdim ve kahvaltı hazırladım. Bugün pazar o yüzden şirkete gitmeme gerek yoktu. Çünkü hafta sonları Aleyna şirketle ilgilenip toplantılara katılıyordu. Yani bugün benim için tatil günüydü. Öğlene doğru Aleyna şirkete gelip birkaç belge imzalamam gerektiğini söylemek için beni aradı. “Biliyorum bugün tatil günün ama senin imzana da ihtiyaç varmış. Özür dilerim” dedi telefonun diğer ucundan. “Sorun değil zaten evde yapacak bir şey yoktu.” dedim evden çıkarken. Yirmi dakika içinde şirkete vardım. Dönen kapılardan içeri girdim, ofisimizin olduğu kata çıktım. “Sıla! Geldiğin için teşekkürler. Belgeler bunlar, onları imzalayıp evine geri dönebilirsin.” dedi Aleyna neşeli bir şekilde. Tam cevap verecektim ki içeri biri daldı…

2. Blokta devam edecek

(Visited 68 times, 1 visits today)