Uyandım. Saat sabah beş buçuk, altı civarlarındaydı. Gözlerim, günlerdir uyamamış olmamdan dolayı olsa gerek, yanıyordu. Kafamı yastığımdan kaldırmadan elimle bir önceki gece yere atılmış olan telefonuma uzandım. Ekran parlaktı, gözlerim ilk başta buna alışamamıştı. Üfleyerek ekrandaki birçok bildirimin arasından önemli olanları aradım. Yoktu, yine. Yatağımdan, on beş dakika kadar daha tavanla bakıştıktan sonra kalkmaya karar verdim. Kalksam da kalkmasam da hiçbir şey değişmeyecekti ancak içimdeki o his yine beni kalkmaya zorladı. Ayağa kalkar kalkmaz karnımda o iğrenç duyguyu hissetim. Sanki beni içten içe öldürüyordu. Karnımdaki hisle birlikle aklıma gelen düşünceleri silmeye çalışarak banyoya yürüdüm. İçeri girer girmez suyu açıp yüzüme çarptım. Su soğuktu, ellerim ve yüzümdeki soğukluk bir nevi beni ayıltmıştı. Aynaya tekrar bakana kadar her şey bir anlığına sakindi ta ki şimdi kırmızı olmuş beyazların üstündeki siyah göz bebekleri bana geri baktığı an bacaklarımdaki gücü kaybetmiştim.
Banyonun zeminine düştüm, gözlerim bulanıktı bunun nedeni gözlerimdeki yaşlar mıydı? Yoksa başka bir nedeni var mıydı? Bilmem. Kalbimin dağınık ritmini damarlarımda duyabiliyordum adeta. Ellerim tişörtümün yakasını çekiştirirken titriyordu. Ayağa geri kalkmayı aklımdan bile geçirmemiştim. Burnumdan kesik nefesler aldım, pek başarılı olamamıştım. Aklımdaki binlerce iğrenç düşüncenin yanında bir de sakinleşmeyi düşünmeye çalışıyordum. Bilincimin kaymasını izledim, anlamsızca huzur vericiydi.
Gözlerimi açtığımda yatağımdaydım. Hiç düşünmeme gerek kalmadan anlamıştım, o gelmişti. Büyük ihtimalle beni banyonun zemininde bulup halime acımıştı. Ne yalan söyleyeyim, ilgisinin azıcık da olsa bende olması beni iyi hissettirmişti. Etrafa bakındım, odam toplanmıştı, etraftaki çöpler atılmış, kirli kıyafetler gitmişti. Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Kötü her şey onun yüzündendi, öyleyse neden hala onu düşününce huzur buluyordum?
Kapımı tıklatıp içeri girdi “Senin için zor olmuş olmalı.” bu sözlerin onun ağzından çıkması çok ironikti. Bir şey demeden elindeki bardağı aldım. Yatağın diğer ucuna oturdu, saçlarını düzeltti ve yüzündeki iğrenç gülümsemesiyle bana baktı. “Demek benle konuşmuyorsun? Anlıyorum.” Sesindeki o ton asla değişmiyordu, neden bu kadar mutluydu? “Neler yaşadığını biliyorum. Mason senin yanındayım, bana her şeyi anlatabilirsin.” Hepsi sahte laflardı. Kişiliği kadar sahte. Bardaktaki sudan bir yudum alıp ayağa kalktım. “Hepsi senin suçun! Eğer sen olmasaydın bunların hiçbiri olmazdı! Senden nefret ediyorum! Artık öl lütfen!” Bağrışlarım tüm odayı doldurmuştu. Ne yaptığımı anladığımda onun yüzüne bakmaya korkuyordum. “Özür dilerim.” dedi. Bu sefer sesinde birazcık da olsa sempati vardı. “Hepsi benim suçum, çok hata yaptım. Bana kızmakta bağırmakta özgürsün, hatta istersen bana vurabilirsin bile. Sadece ilk önce beni dinle.” dedi. Tek kelime edemeden sözüne devam etmesini bekledim. “İyileşemeyeceğini düşünüyorsun dimi? Sürekli beni suçluyorsun ama kendinden nefret ediyorsun. Hiç düşündün mü? Her sabah seni yataktan kaldıran o his ne diye? Senin için yanıtlayayım. Umut. İyileşmek imkânsız görünüyor değil mi? Ama uzak ve imkânsız görünen bir şey, bir anda yakın ve mümkün olabilir. Mason, içinde olan umuda sımsıkı tutun.” Dedi ve ayağa kalktı. Nasıl bir yüz ifadesi beklemem gerektiğini bilmeden yüzümü kaldırdım ve ona baktım. O an yıkıldım, yine o sahte gülümseme belirgindi yüzünde. “En son ne zaman gerçekten güldün, Mason?” diye sordum ona. Yavaşça her şey bulanıklaştı.
Ve uyandım, banyonun zemininde tek başıma. Oda soğuktu ama ben sıcaktım. Gözlerimden yaşlar akarken kahkaha atıyordum. Söylediği o cümle, hayır söylediğim o cümle neden bu kadar dokunmuştu bana. Gerçekten iyileşebileceğimi düşündürüyordu. Gerçekten doğru olabilir miydi? Cümleyi tekrar söyleyip güldüm. “Uzak ve imkansız görünen bir şey, bir anda yakın ve mümkün olabilir.”