Evrende varoluşumuzun anlamsızlığı ve yine de insanlığın sınavlarda doğru yapacakları fazladan bir soruyu umursaması kadar trajikomik başka bir facia daha bulunmaz. Gerçekliğinden emin olabileceğimiz tek şeyin bilgi elde etme isteğimiz olduğu bu dünyada bu kadar basit, yaşamsal faaliyetlerden ibaret olacak kadar indirgenmiş, çirkin bir varoluş gülünç değil de nedir? Bütün bu varoluş gürültüsü bir yana, kişi aslında varlığının tadına varamayacak kadar yoktur.
Her şey doğumla başlar, doğduğumuz andan itibaren etrafımızdaki herkese ve her şeye birer yüküzdür. Tükettiğimiz O2 gazı bile sınırlı kaynaklara zarar verir. Peki, bu yük olma durumunu önlemek için ne yapabiliriz? Hiçbir şey. Hayatta oluşuyla evrene zarar veren ve bunu engelleyemeyen, çaresiz et kütleleriyiz.
Kimi insanlar, ölümün bu duruma çare olduğuna inanır fakat değildir. Bir birey öldüğü zaman insanlığın bilgi birikimine yapabileceği en ufak katkıdan dahi tüm insanlığı mahrum bırakır. Yani biz insanlar öyle büyük ve yapışkan bir problemizdir ki doğumumuz ve ölümümüz eşit derecede sorunludur, tıpkı kanser gibi. Kanserin varlığı organizmaya zarar verir, kanser hücreleri organizmaya gerekli kaynakları kullanır ve vücudu ele geçirir. Bu, eğer kanser kötü huyluysa hücreleri olduğu gibi bırakamayız demektir. Kemoterapi uygulanacak raddeye gelmiş bir kanser olduğumuzun altı çizilmelidir, bu durumda tedaviyi uyguladığımızda ( ki bazıları bu ‘’tedavi’’yi soykırım olarak da adlandırır) sağlıklı hücreler de büyük miktarda zarar görecektir, belki de geri dönülemeyecek safhaya kadar. Kim bu kadar büyük ölçekli bir zarar vermek ister ki? Tam da bu yüzden sorun doğumumuz veya ölümümüz değil, varoluşumuzun kendisidir. Bu sebeple varoluşu ve insanlık olarak varoluşumuzu anlamak gerekir.
Varoluş nedir? Bu soruya cevap vermek ilk başta oldukça kolaydır: Madde vardır, biz maddeyiz, biz de varız. Bu cevap pek çok açıdan eksik ve yanlıştır. Öncelikle, madde sıkıştırılmış enerjidir. Yani enerji de vardır, sadece madde değil. Bu madde tepesini oluşturmak için toprak aldıkları yerde bir çukur da oluşmaktadır: antimadde. Bu da bir yandan yokluğun bile var olduğunu gösterir. Yani aklımıza gelebilecek her şeyin varlığı veya olmayışının varlığı kesindir. Fakat gerçekten öyle midir? Birey olarak varoluşumuz sadece bizim varoluşumuzdan haberi olan tüm insanların, biz dahil, ortak yalanıdır. Açıklamak gerekirse; A kişisi uzun süre tanıdığı B kişisine batığında onun hakkında sahip olduğu fikirlerden başka bir şey göremez. B kişisi de kendi hakkında sahip olduğu fikirlere saplanıp kalmıştır. Eğer denkleme iki kişiyi de tanımayan C kişisini eklersek ve bu C kişisinin sahip olduğu ön yargıyı denklemden çıkarırsak C kişisi, A ve B kişisinin düşüncelerini toplayıp B kişisi hakkında karar verir.
Gerçek olmadığımız halde varoluşun acısını çekiyoruz, yapabileceğimiz bir şey de yok. Bütün bu durum, Fernando Pessoa’nın şu sözüyle açıklanır: ‘’ İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.’’ Bir hiçlik olarak söyleyebilirim ki yoruldum.