Bu dünyaya gelmemiz için bize fikrini soran olmadı. İsteyip veya istemediğimizi kimse sorgulamadı. Bir an da gözlerimizi açtık ve kendimizi bu dünyada bulduk. Belki biz bu dünyada yaşamak, nefes almak istemiyorduk. Yaşadığımız bu yere istemeden geldik ve istemeden de gideceğiz. İstemememize rağmen neden bize bu durum zorla yaptırılıyor. Nefes alıyoruz ama sadece görünüşte nefes alıyoruz. Aslında kendi benliğimizde ölü insanlarız. Komadakiler gibi solunum cihazına bağlıyız sadece birinin fişi çekmesi gerekiyor ki bu dünyadan bütünüyle gidelim. Fakat yinede fiş çekilse bile toplumdaki insanlar tarafından ölen bir insan olarak yeni fark edilmiş olacağım halbuki ben içimde bu durumu çoktan yaşamış, bitirmiş ve toplumda ölü bir ruh gibi geziyordum.
Biz insanlardan beklenilen ve istenilen durumlar var. Hayatlarımızı o durumların gerçekleşmesine doğru şekillendiriyoruz. Ona göre çalışmalar, düzenlemeler, şekillendirmeler yapıyoruz. Ama bunlar gerçekleşmediği zaman kendi insan yazgımızı gerçekleştiremiyor ve bu hayata gelmemizin bir amacı kalmadığını fark edip kendi benliğimizde kendimizi ölü olarak betimlendiriyoruz. Nefes alıyoruz gibi gözüküyor ama aslında almıyoruz. Toplumda yaşayan insanlar bizler gibi olan insanların mezarlarının üstünde kendi yuvalarını, evlerini, umutlarını inşaat ediyorlar. Bizler de kendi mezarlarımızda olduğumuz şeyle olmadığımız şey arasında kalıyoruz. Hayal ettiğimiz şeyler varken ve hayallerimizin gerçekleşmesi için çalışmalar yaparken hayat bizi bir girdaba doğru sürükleyip kendimizi hiç ummadığımız bir şeyin içinde buluyoruz.
Günlük rutinlerimizi gerçekleştirsek bile içimizde eksik olan bir yapboz parçası var. Bir kara delik var sanki içimizde bütün enerjimizi emen ve bizi hiçliğe doğru götüren bir boşluk. İnsan olsak bile hâlâ kendi içimizde insan olmayı çoktan bitirmiş bir ölü ruhuz. Aslında içimizde büyük bir yıkım var ne inşaat edilirse edilsin tekrar her şey yıkılmaya devam edecek. Çünkü başlangıç sağlam değildi. Çünkü kimse bize bu dünyaya gelmemiz için fikrimizi sormadı. Bu hiçlik içimiz de bir çığ gibi sürüklenmeye ve büyümeye devam edecek. Zülfi Livaneli’nin de dediği gibi “Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var”
Kısacası, istemediğimiz bir hayata istemediğimiz bir şekilde geldik ve istemediğimiz bir şekilde de gideceğiz. İnce bir çizgi üzerinde duruyoruz bu çizginin bir ucu uçuruma doğru uzanırken diğer tarafı ise bir girdaba doğru uzanıyor. Her şekilde ne tarafa doğru gitsekte büyük bir yıkıma doğru sürükleniyoruz. Kendi elimizde olan bir şey değil, çünkü bu seçimi biz yapmadık bize soran olmadı. Bu şekilde de bu dünyadan geri gideceğiz. Fernando Pessoa’nın da dediği gibi “İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında öleceğim.”