’İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.’’
Var olduğum noktada, var olduğum için kalbim ve göğsüm sıkışırken ve bu problemin etrafımı sarmalayan şeylerden dolayı değil, ciğerlerimden kaynaklandığını bilirken, daha özgür ve rahat nefes alabileceğim bir yer bulabilir miyim?
Kalbimin tam merkezinde adını koyamadığım bir yorgunluk var. Asla bürünmediğim benliğim beni üzüyor, kendimden bana kalan anılardan rahatsız edici bir özlem duyuyorum. Umutlara ve belirsiz inançlara çarpıp yere kapaklandım. Benimle beraber bütün gözyaşlarım bir cam kırığı misali kalbime saplandı ve yere düştü. Küçük saksım artık dar geliyor ama dağlara tepelere zıplayacak gücüm de yok.
Duygularımın ne olduğunu asla bilememişimdir. Herhangi bir hissiyat tarif edildiği zaman, sanki yüreğimden bir parça anlatıyorlar gibi gelirdi. Fakat hep şüpheliydim. Gerçekten de hissettiğim gibi miyim, yoksa sadece öyle olduğuma mı inanmaya çalışıyorum.
‘’Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.’’ Zülfü Livaneli
Her gün, güneş doğmadan sıçrayarak uyanıyorum. Kederler içinde boğularak, içimde iğrenç bir tiksintiyle kalkıyorum yataktan. Yaşama zorunluluğunun dehşeti de benimle fırlıyor yataktan. Etrafımdaki her şey boş ve anlamsız geliyor gözüme. Beni her defasında ağlamaya iten buz gibi sesim, hiçbir derdin çaresi yok, diyor ve yatakta beni bekliyor gözyaşlarıma şahitlik edebilmek için. Bu yüzden yatağıma geri gitmem hiç.
Tek mevsimlik bitkilerden hiç farkım yok. Yavaş yavaş soluyorum ama başka kurtuluşum da yok. Fesleğenlere hep üzülmüşümdür. Annem hep, fesleğen ekeceksen mart ayında ekeceksin, der. Doğası buymuş. Kimse de tadını, kokusunu sevmez neden bilmem. Bu yüzden hep canım acır fesleğen gördüğümde. Yaşadığı günlerde bir farklılık yok. Kuruduğu zaman da ne yaşayacağını merak etmiyor sanırım. İstediği şey kurtulmak da degil. Tek mevsimlik olduğunun farkında. Doğası gereği yapması gereken her şeyi yapmış ancak köklerinde barındırdığı anlamsız tat geçmedikçe yaprakları onu yalnız bırakmaktan geri durmamış. Taki geride boş ve cılız bir gövde kalana kadar…
‘’Bulutlar… Hâla geçiyor bulutlar, hep geçer onlar, sonsuza dek geçecekler, solgun yumaklarını çözüp toplayarak, darmadağın, sahte göklerini belli belirsiz gerip açarak.’’ Fernando Pessoa
Hayatımın merkezine kendimi koyamıyorum. Hep başkaları daha mutlu olsun istiyorum. Yanımda kim varsa ilk başta o mutlu olmalı. Bu yüzden istediklerim ve hissettiklerim hep birbirine giriyor. Başkalarını düşünmekten kendimi düşünecek, kendime ayıracak vaktim kalmıyor bile. Kendimi sevmiyorum sanırım. Hayallerimin sesi çok kısık. Duyamıyorum onları.
Çok yoruldum…
Sürekli başkalarını memnun etmekten, mutlu etmekten. Kendimi ne zaman mutlu edeceğim bilmiyorum. O daracık saksımdaki halimi değiştirdiğim an iyi olacağım ama yapamıyorum. Yavaş yavaş soluyorum. Amaçsızlık, derin bir kuyu.
Bazı efsanelere göre Eski Mısır önceden karanlıklar altındaydı ve Nil’de bir karışıklık söz konusuydu. Bu karmaşa nilüfer çiçeğinin ortaya çıkmasıyla sona erdi. O ana kadar her yer karanlıkken bahar ayının gelmesi ile aydınlandı her yer. Nilüferden yayılan tatlı koku yeryüzüne yaşam verdi.
Bana iyi gelen her şey için yanımda olacağım. Biliyorum yaşamak sakinlik ister. Birkaç kelimenin arasına sıkıştırıp himaye altına aldım, ruhumun yapraklarından dökülen hisleri. Umarım kendilerine bir deniz bulup akmayı başarırlar. Kum saatinin içindeki kum diğer tarafa akana kadar her şey düzelecek.
‘’-Hayat niye bu kadar çirkin?
-Çünkü amaçlardan, tasarılardan ve niyetlerden örtülmüş.’’ Fernando Pessoa