Her birimiz kurulu bir düzenin içerisinde yuvarlanıp gitmekteyiz. Bu düzen her ne kadar tek bir somut anlamı ifade ediyor gibi dursa da her birimiz için farklılaşmakta, çeşitlenmekte. İçinde bulunduğumuz bu hayat, bu düzen milyarlarca farklı anlama gelebilmekte. Her bir insanın birbiriyle ne kadar zıtlık gösterdiğini, hayat hakkında ne kadar farklı düşünceleri olabileceğini bir kenara bırakın bir insanın sadece kendi içerisinde bir anı bir anını bile tutmamakta.
Dünya farklı milletlere, milletler farklı küçük toplumlara, toplumlar insanlara ayrılır ve yine yetmez ki insan da kendi içerisinde ayrılır. Örneğin benim hayata bakış açım hayatın ne olduğu hakkındaki düşüncelerim sabah farklı, gün içerisinde farklı, gece ise bambaşka olabiliyor.
Neredeyse her sabah uyandığımda daha yüzümü bile yıkamamışken aklıma gelen fikirler genellikle gece uyumadan önce düşündüğüm şeyler oluyor. Hayat kaldığı yerden devam ediyor ve ben geçen zamana rağmen aynı noktalarda takılı kalabiliyorum. Bir sınav sabahı benim için hayat o sınav oluyor. Konulara çalışmak, detayları ezberlemek, çıkabilecek soruları çözmek… Bu durum sınav başlayıp bitene kadar sürüyor sonra aynı ‘düzen’ devam ediyor hayatımda. Olaya böyle bakınca belki de odaklanmamız gereken şey hayatın ne olduğu değil de bizim hayatımızın merkezine neyi koyduğumuzdur. Çünkü merkeze koyduğumuz şey bir süre için hayatımız diyebileceğimiz şeye dönüşüyor.
Hayatlarımızın merkezine koyduğumuz şeyler, takıldığımız detaylar ve bu detaylara takıldığımız süre yani harcadığımız boşa geçen zaman derken yaşamayı unuturuz. Hayattan zevk almak, ufak şeylerle mutlu olmak en basitinden nefes almaya devam ettiğimiz için şükretmek…unutulur gider.
Benim fikrim hayatımızın merkezine mutlu olmayı koymamız gerektiği. Her ne olursa olsun mutluluğumuz adına bir adım atmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu demek değil her anımızı mutlu geçireceğiz. Zaten böyle bir şey imkansız hatta üst üste 2 gün bile mutlu kalmak imkansız. Her anımızı mutlu geçirseydik değerini bilmemiz gereken bir şey kalmazdı ortada. ‘Mutluluk’ yeni normalimiz olurdu, yeni hayatımız.
Biz her zaman olmasa da elimizden geldiğince dengeyi bulmalıyız. Öncelikle var olan düzeni kabul etmeli daha sonra da kendimizi kabul etmeliyiz. Başarısızlıkların bir son olmadığını fakat başarıların ve mutlulukların da kalıcı olmadığını ve olmayacağını bilmeliyiz. Çok küçük detaylara takılı kalmamayı fakat bu küçük detayların hayatımıza renk kattığını da öğrenmeliyiz. Kısacası olayları değiştiremeyiz ama bakış açımızı neye nerden baktığımızı değiştirebiliriz. Can Yücel’in de Her Şey Sende Gizli şiirinde anlattığı gibi:
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…