Hayat, beş harften oluşan ama içerisine evrenleri sığdıran ufacık bir kelimedir. Herkesin hakkında her daim bir fikri sahibi olduğu ama aslında hiç kimsenin emin olamadığı bir düşüncedir. Felsefeciler, edebiyatçılar, sosyologlar ve daha nice alanında uzman binlerce kişinin anlamlandırmaya, cevabını bulmaya, çalıştığı bir şeydir. Peki aslında nedir hayat?
Mutluluktan havalara uçmak mıdır, dert içerisinde yüzmek mi, sıkıcı bir yaşam düzeni oturtmak mıdır, adrenalin dolu maceralara atılmak mı? Hayat nedir sorusunun hiçbir zaman tek bir cevabı yoktur. Sonsuzluktur hayat. İçerisinde bütün yalanları, doğruları, mutlulukları, hüzünleri, kızgınlıkları, sevinçleri, fazlalıkları, eksiklikleri bulundurandır. Bir günü mutlu, bir günü hüzünlü geçen zaman dilimidir yaşamak. Başımıza gelen, gelmeyen ya da gelemeyen her olaydır bizi yaşatan, dünyadaki yerimiz.
Hayat bir insanın anne karnına düştüğü ilk andan son nefesini ciğerlerine çektiği ana kadardır. Herkes bir hayat yaşar, birbirinden farklı engellerle dolu. Kimsenin hayatı birbirininki ile karşılaştırılamaz çünkü herkes kaldırabileceği kadar mutluluk, üzüntü, acı, sevinç ile sınanır. Bazen neden deriz, neden diğerlerinki bu kadar kolayken benim hayatım bu kadar zor? Hayat, ağlattığı kadar güldürmeye çalışır ancak aslına bakarsanız hayat olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir.
Bir yerde okumuştum “Hayat, silgi kullanmadan resim çizmektir.” demişti yazar. Çok doğru geliyor bana bu söz ve de eklemek istiyorum, öylesine bir resim değil hayallerindeki resmi çizmeye çalışmaktır bence hayat. Bazılarının hayatı hayal kurarak geçer ve icraata geçemez, bazılarının hayatı ise hayallerini gerçekleştirmeye çalışarak geçer. Hepimizin hayalleri vardır, bazısı iki adım, bazısı iki yüz adım, bazısı ise göremeyeceğimiz kadar uzağımızdadır. Hayaller gerçekleşecek ise aradaki mesafe ne kadar önemlidir peki? Hayallerin her zaman gerçekleşemeyeceği ise muhakkak bir gerçektir, bazen hayallere giden o yolda sakatlanırız, zarar görürüz ya da bir anda yol ayağımızın altından çekilir, yola çıkmadan bunu nasıl bilebiliriz? Her zaman elimizden geleni yapmalıyız ki hedefe ulaşamasak dahi avunacak birkaç parça bir şeyimiz olabilsin. Çünkü insanız, tutunacak dalımız olmadığında sertçe yere çakılırız ve aldığımız hasarlar ayağa kalkmamızı ve devam etmemizi zorlaştırır.
Ben insanların hiçbir zaman yıkılmayacağına inanıyorum. Sanki hayatın hilesiymiş gibi gelir bu bana her zaman. Dizlerimizin üzerine düşebilir hatta neredeyse yığılacak duruma geliriz ama hiçbir zaman o ince çizginin öteki tarafına geçemezmişiz gibi geliyor. Hayat en ağır darbesini vursa dahi hiç yıkamazmış gibi. Tıpkı bir çocuk gibi.
Bir çocuk düşünün, sadece bir tane oyuncağı vardır. Bu oyuncak çocuk için çok önemlidir. Bazen güzelce oyunlar oynar bazen ise oyuncak zarar görür ama çocuk hiç vazgeçmez, elinden geldiğince onarmaya çalışır. Üzerinden yıllar geçse dahi o çocuk o oyuncağı hep yanında taşır ta ki ayrılık vakti gelene kadar dünyadan. O zamana kadar oyuncak yıpranır, eskir ama hiç yok olmaz, oyuncak oynandığı kadar oyuncaktır. Hayat yaşadığın kadar hayattır.
Acımasızlık, nefret, öfke, mutluluk, sevinç, endişe, aşk, merak vb. duyguları yaşadığımız kadar yaşıyoruzdur. Hayat aldığı kadar verir, verdiği kadar alır, değişmeyecek kanunudur bu yaşamın.