Günlerden bir gün sıradan bir şekilde yatağımda uyurken aşağı kattan gelen tıkırtılarla gözlerimi açtım. Dedem yine saçma icatlarından biriyle uğraşıyordu tabi ki olmasına ihtimal bile vermiyordum. Ama bu sefer başarmış olacak ki, tüm mahalle halkı evin önünde toplanmış aleti denemek için sıraya girmişlerdi. Merakla izlemeye başladım ve ne olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Evet bu tahmin ettiğim icattı ama bu nasıl olabilirdi? İcadın adı zaman makinesiydi dedem yıllardır bunun üzerinde çalışıyordu. Nasıl çalıştığını merak ettiğim için sormak üzere kalabalığın içinden sıyrılıp dedeme doğru ilerledim. “Dede bu nasıl çalışıyor” diye sordum. Dedem herkesin önünde bir kez daha anlatmaya başladı. İcadın yanında gördüğünüz kolu aşağı doğru yeşil ışık yanana kadar çeviriyorsunuz. Yeşil ışığı gördüğünüzde artık gideceğiniz zamanı kodlama vakti geldi demektir. Aletin önünde gördüğünüz rakamlarla gitmek istediğiniz yılı tuşlayın ve kollarınızı çapraz bir şekilde omzunuza doğru getirin. Son ve en önemli noktaya geldik rakamların yanında gördüğünüz yeşil tuşa basın. Bu tuşa bastığınızda 1 saat vaktiniz var. 1 saat boyunca gittiğiniz yıldan geri dönemeyeceksiniz. Heyecanla aleti denemek istedim ama hangi yıla gidecektim? Geçmişe mi yoksa geleceğe mi? Geleceğe gidip ilerde nasıl bir hayat yaşayacağımızı görmek istiyordum ama bunun korktuğum yanları da vardı kaybettiğim insanları görecektim. Belki annem belki babam tekrar şimdi ki yıla döndüğümde bunları bilerek nasıl yaşardım? Kararımı verdim geçmişe gidecektim. Ama hangi yıla? Buldum! Evet buldum. 1900 lü yıllara Atamın olduğu yıllara gidecektim. Bu inanılmaz bir fikirdi ve hemen dedeme söyledim dedem bunun mükemmel bir fikir olduğunu ve bana yardım edeceğini söyledi. Hayalimi gerçekleştirme üzere yola koyulduk. Makinenin içine girdim ve dedem önce makinenin yanında bulunan kolu yeşil ışık yanana kadar aşağı doğru çevirdi. Ve bana gitmek istediğim yılı son bir kez sordu 23 Nisan 1920! Diye bağırdım. Artık vakit gelmişti. Kollarını omuzuna doğru çapraz getir dedi dedem. Bende dediklerini yaptım. Gözlerimi açtığımda karşımda büyüleyici bir manzara vardı Gerçekten 1920 yılındaydım. İnsanlar sivri uçlu, üzeri bantlı zarif ayakkabılar giyiyorlardı. Üzerlerinde de korsesiz, püsküllü ve bol boncuklu elbiseler vardı. Etrafımda eski kısa ve kendi çapında gösterişli binalar görüyordum. Evet sonunda görmek istediğim zaman geldi. Kalabalık bir yere toplanıyordu. Birileri meclis açılıyor diye bağırıyorlardı. Geriye doğru baktığımda kalabalığın arasından gelen Atatürkü gördüm. Mavi gözleriyle beni derinlere daldıran. Asaletiyle kendine hayran bırakan canım Atam. Hayır! Olamaz gitme vaktim gelmişti. Atama henüz doyamamıştım ona sarılamasam bile görmek dahi çok güzeldi. Şunu anladım ki geçirdiğim her anın kıymetini bilmeliydim. Bir daha asla zamanı geriye alamayacaktım. Bu bana büyük bir ders oldu.
Nefes Kesici Yolculuk
(Visited 17 times, 1 visits today)