Eğer dokunduğum nesnelerin geçmişini bilme ve hayvanlar ile konuşabilme arasında seçme şansım olsaydı dokunduğum nesnelerin geçmişini bilmeyi isterdim. Parmağımın ucuyla geçmişe, kimselerin bilmediği sırlara dokunmak kim bilir ne kadar heyecanlı olurdu.
Eşyaların hafızası var mıdır?
Facebook’ta İngiliz Havayollarının bir uçağıyla seyahat eden bazı yolcuların, uçak belirli bir yüksekliğe ulaştığında korkunç hayaller görmesiyle ilgili bir yazı okumuştum. İngiliz Havayolları şirketi, uçağın her seferinin ardından bazı yolcuların devamlı şikayeti üzerine koltuklarla ilgili araştırma başlatıyordu. Araştırmanın sonunda şikayetçi olan yolcuların oturdukları koltukların, daha önce düşen bir uçağın sağlam kalan ve yeniden kullanılan koltukları olduğu ortaya çıkıyordu. Araştırmaya katılan bazı uzmanlar, eşyanın da hafızası olduğunu, yolcuların korkunç hayaller görmesinin de uçak koltuklarının hafızasından kaynaklandığını ileri sürüyordu.
Ben, eşyaların hafızası olduğuna inanıyorum. Eminim insanların yaşadıkları, kullandıkları eşyalar üzerinde iz bırakıyordur. İşte bu yüzden dokunduğum nesnelerin geçmişini bilmek istiyorum.
Düşünsenize bir müzeye gidiyorsunuz, bir resme ya da bir heykele parmağınızın ucuyla dokunuyorsunuz ve sahip olduğunuz sihirli güçle sanatçının o eseri nasıl yaptığını, yaparken neler yaşadığını, ne kadar yorulduğunu görüyorsunuz.
Mısır’daki piramitlerin yapımında kullanılan taşlara dokunmak ve piramitlerin nasıl yapıldıklarının sırrını bilmek isterdim. Binlerce yıl önce o kocaman taşları nasıl üst üste yerleştirip piramit şeklini verdiklerini bir dokunuşumla keşfedebilirdim. Mumyalar da keşfetmek istediğim sırlardan biri.
Annemin hala sakladığı bebeklik eşyalarıma dokunup birkaç aylıkken nasıl olduğumu öğrenmek de çok ilginç olurdu. Hepimizin bebeklik fotoğrafları, videoları var ama kendinizi o haldeyken görmeyi istemez miydiniz?
Sanırım en eğlencelisi okul sıralarına dokunmak olurdu. Kaç öğrencinin sınav esnasında sıraya gözyaşı döktüğünü, kimlerin isminin baş harflerini sıraya kazıdıklarını ve sıraların etrafında ne dedikodular döndüğünü öğrenebilirdim.
Eski aynalara dokunmak da çok farklı olurdu. O aynalara kimlerin baktığını, kimlerin aynadaki hayalleriyle neler konuştuğunu, suratlarını ne hallere soktuklarını, ne kadar ağladıklarını ve ne kadar güldüklerini görebilirdim.
Ama restoranlar, lavabolar ve halka açık çoğu yere gitmek kabus gibi olurdu. Elimdeki çatalın daha önce kaç kişinin ağzına girdiğini, kaç kere yere düştüğünü ve hangi yemeklere değdiğini şahsen bilmek istemezdim.
Peki nesnelere dokunarak en çok neyi bilmek isterdim?
Hollandalı ressam Jan van Eyck’in tablolarını nasıl bu kadar ayrıntılı yapabildiğini öğrenmek isterdim. Örneğin Eyck’in 1434’te yaptığı “Arnolfili’nin Evlenmesi” adlı tablosu. Tüccar Arnolfili ile eşinin arkasındaki duvarda yansımalarının ve hatta ressamın da göründüğü bir ayna vardır. Ressamın nasıl bu kadar ayrıntılı çalıştığı hala çözülememiş. Fotoğraf gibi. İşte o tabloya dokunup, ayrıntıların gizemini çözmek en büyük hayalim.
Bir de ünlü Amerikalı şair Edgar Allan Poe’nun Annabell Lee adlı şiirini nasıl yazdığını görmek
isterdim. Poe, ölmeden bir süre önce Annabell Lee’nin de dahil olduğu çoğu şiirini kaybolmasınlar diye el yazısıyla çoğaltıp birkaç arkadaşına dağıtmış. İşte Poe’nun üstüne elleriyle o güzel şiirini yazdığı kağıda dokunmak ve Annabell Lee’nin yaşadığı deniz ülkesini nasıl hayal ettiğini bilmek isterdim.