Atatürk’ü Gördüm
Yıl 2030 ve ben yirmi üç yaşındayım. Zaman makinesi icat edildi ve on şanslı kişiye zaman makinesiyle istedikleri bir tarihe bir gidiş bir dönüş hakkı verildi ve bu şanslı kişilerden biri de bendim. Diğer dokuz kişinin aklında geleceğe gidip gelecekte bizi nelerin beklediğini öğrenmek varken, ben geçmişimi öğrenmek istiyordum. Ülkemizi kuran, vatanımızı savunan, hayatını bizim için yok sayan Mustafa Kemal Atatürk’ü görmek istiyordum.
Atatürk’ü göreceğim için çok mutlu ve aynı zamanda çok heyecanlıydım. Beni özel bir odaya götürdüler. Orda dikdörtgen prizması şeklinde büyük bir makine gördüm. Bunun zaman makinesi olduğunu söylediler bana. Hangi zamana gitmek istediğimi sordular. Ben de Atatürk’ün vatanımızı kurtarmaya çalıştığı Kurtuluş Savaşı sonları olan 1922 yılına gitmek istedim yani Büyük Taarruza.
Bana, makinenin içindeki koltuğa oturmamı söylediler. Kalbim yerinden çıkarcasına çarparak koltuğa oturdum, kapı kapandı. Birden göz kamaştırıcı bir ışık belirdi gözlerimi hemen kapattım açtığımda uzaklarda vadiyi süzen birini gördüm ne yapacağını düşünüyordu. O kişiyi daha yakından görmek için yaklaştım ve o anda onun Mustafa Kemal Atatürk olduğunu anladım. Deniz mavisi gözler, altın sarısı saçlar, sert bakışlar, geniş alın, geniş omuzlu olabilecek birini hayatımda hiç görmemiştim ta ki o ana kadar. Duruşu, silah arkadaşlarına emir verişi, kararlılığı, çevresine verdiği enerjiden çok etkilenmiştim. O anda ona sarılıp onun ince ellerinden öpmek istedim. Bize şu anda yaşadığımız cennet vatanı hazırladığı için binlerce kez teşekkür etmek istedim.
Ben bunları aklımdan geçirirken o da savaşta yapabileceği taktikleri silah arkadaşları ile istişare ediyor ve uygulamaya hazırlanıyordu. Moralleri zaten yüksek seviyelerdeydi çünkü geçmiş savaşlarda askeri teçhizat ve ordu bakımından geri olsalar bile Yunan askerlerine karşı büyük zaferler kazanmışlardı ve şu an yeni savaşın hazırlıkları yapılıyordu ama gizli bir şekilde. Yunanları hiç beklemedikleri bir zamanda mağlup etmek istiyorlardı. Ülkede seferberlik ilan edilip orduya yardım etmeleri istenmişti halkın. Kütahya-Eskişehir Muharebesi’nin kaybedilmesinden sonra Tekalif-i Milliye Emirleri Atatürk tarafından çıkarılmıştı. Bütün vatandaşlar yardım etmek için elinden geleni yapıyorlardı. Sonunda savaşa başlanabilirdi. Yeterince yiyecek, giyecek, cephane vb. eşyalar toplanmıştı. Tam hazırlıklı bir Türk ordusunu karşılayacaklardı Yunanlar. Gece çıkartmalara başlandı. Yunanlar hazırlıksız bir şekilde yakalanmışlardı. Ordularımız yiğitçe savaşıyorlardı, canlarını hiçe sayarak sadece vatanını düşünen Türk evlatlarıydı bunlar. Savaş çok çetin geçiyordu Atatürk ve silah arkadaşları Yunan askerlerini püskürtüyorlardı, ülkemizin bağımsızlığını yeniden kazanmasını istiyorlardı. O sırada Türkler Yunan askerlerini İzmir’e kadar geri çekilmeye mecbur bırakmışlardı. Yunanların komutanları yapacak bir şey bulamıyorlardı sadece geri çekiliyorlardı, Türklerin gücünü küçümsemişlerdi ve bu küçümsemeleri onları yarı yolda bırakmıştı. Yunan askerlerini İzmir’e kadar kovaladıktan sonra onları ülkeden dışarı atmayı başarmışlardı. Deniz’e atlayıp kaçmaya çalışıyorlardı bütün Yunan askerleri. Bu da zaferi işaret ediyordu.
O anda bu vatanın bir evladı olduğum için onur duydum ve atalarımla bir kez daha gururlandım. Ne yazık ki dönüş vaktim gelmişti oysa bir süre daha zafer coşkusunu hissetmek isterdim. Aniden bir ışık yine belirdi ve gözlerimi yeniden kapattım açtığımda makinede koltukta oturuyordum. Muhteşem bir zaman geçirmiştim.
İnsan geleceği kadar geçmişini de önemsemelidir. Yüce önderimiz Atatürk’ün dediği gibi “Geçmişte gücü varken bütün kuvvetiyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin geleceğe güvenle bakma hakkı yoktur.” Tam da benim anlatmak istediğimi söylemiş Atatürk. Geçmişini bilmen lazım ki geleceğin güvende olsun.