Bir gece amcam, babam, babaannem, abim, kedim Misket, Cansu Ablam, kuzenim Duru ve ben 15 yılda bir dünyadan çıplak gözle görülen Mars’ı görmek için İzmir’deki yazlığımızın yanındaki deniz kıyısına gitmiştik. Mars tam görünmeye başlarken hızla sahile doğru gelen bir alev topu gördük. Yere çarptığında hepimiz birden onun yanına koştuk ve oradaki bir büyük atık kapla su taşıyıp onu soğuttuk. Soğutunca içinden büyük bir kapsül çıktı. Kapsülü incelemek için içeri girdik. İçinde bizim zamanımıza ait olmayan teknoloji harikası bir zaman makinesi açığa çıktı. İçini incelerken yanlışlıkla abimin kolu zaman ayarı kısmına çarptı.
Kendimizi bir anda ormanda bulduk. Arkamızı döndüğümüzde bir de ne görelim? Arkamızda bir triceratops vardı. Triceratops bizi fark ettiği gibi hızla bize doğru koştu. Yolumuzda bir dinozorlar kralı tireks vardı. Tireksin altından geçip triceratopsu tireks ile baş başa bıraktık. Bir süre yürüdükten sonra babam ‘’Geceyi geçirmek için bir sığınak bulmalıyız’’ dedi. Biraz yürüdük, sonra bir mağara gördük. İçeriyi gezdik. Allahtan dinozor yoktu. Çünkü bir dinozor yuvasına da girmiş olabilirdik. Mağaranın önüne büyük birkaç ağaç çektik. Geceyi o mağarada geçirdik fakat hiçbirimiz uyuyamadık. Çünkü mağara çok soğuktu. Sabah ilk iş odun toplamaya gittik. Odun toplarken hiçbirimizin beklemediği bir şey gerçekleşti. Karşımızda bizim gibi insanlar vardı. Onlar ilk bize baktığında korktular. Onlara ‘’Bizden korkmanıza gerek yok.’’ dedik. Fakat onlar mantıken ne dediğimizi anlamadı. Sonra onlara işaret dilinde “Sakin olun, bizden korkmanıza gerek yok.” dedik. Sonra onlar bizi krallarına götürdüler. Kralları kendi dillerinde bize birşeyler anlattı fakat biz dediğinin tek bir kelimesini bile anlayamadık. Sonra Misket biraz miyavladı ve kralları ne dediğini anladı. Misket ile bir süre konuştu. Sonra bizi ağaçtan yapılmış ahşap bir eve yerleştirdiler. Bir gün akşam yemeği için balık tutmaya gittik. İpi güçlü bir canlı çekiyordu. Hepimiz birden çektik ve o canlıyı karaya çıkartabildik. Fakat bu bizim için kötü bir haberdi. Çünkü tarihin en büyük timsahı olan deinosuchusu yakalamıştık. Ondan evin olduğu yere kadar kaçtık. Sonra oradaki kişiler mızraklarıyla onu yakaladı. O deinosuchus tüm köyü fazlasıyla doyurmuştu. Birkaç gün sonra Cansu Ablam ‘’Artık buradan gidelim.’’ dedi. Sonraki gün erkenden kalkıp zaman kapsülünü aramaya çıkmıştık. Zaman kapsülünü gördük ama içine birçok minik dinozor girmişti ve o dinozorları yemek isteyen aç bir dinozor vardı. Fakat hiçbirimiz onu daha önce görmemiştik. Abime sordum: ‘’Bu hangi dinozor?’’ diye fakat “Bilmiyorum.” dedi. Sonra babaannem cebinden bir kitap çıkardı. İçinde dinozor türleri vardı. Bir süre baktıktan sonra bu türün en büyük etobur olan spinosorus olduğunu öğrendik. Onu geçen akşamdan kalan deinosuchusu göstererek başka bir tarafa çektik. Sonra zaman makinesine girip tekrar kendi zamanımıza döndük.
Eve geldiğimizde zaman makinesini de evimize getirdik. Sonraki sabah onu bir müzeye bağışladık. Ondan sonraki günlerde normal hayatımıza devam ettik.