Bir masal ülkesiydi burası , her şeyin mümkün olduğu bir masal ülkesi … Sadece gerçek ruh eşlerinin hayatları sona erdiğinde bile kavuşabilmesi için var olmuş bir rüya diyarı. Aynı masallarda olduğu gibi gerçek aşkı bulanlar sonsuz hayatlarını burada sürdürüyordu. Genç adam Leon’un yaşadığı köyde insanlar çocuklarına masal olarak anlatırdı bu büyülü ülkeyi. Çoğu insan bunun sadece eskilerden bir hikaye hatta bir efsane olduğuna inanırdı , aynı dağ çiçeklerinin kraliçesi “Edelweiss” gibi.
Edelweiss çiçekleri söylenenlere göre bir zamanlar gökyüzünde parıldayan yıldızların ta kendisiymiş. Fakat Dağ Tanrısı’nın bir gece sinirle bağırışını duyan yıldızlar korkuyla beraber bu sinirli haykırışın oluşturduğu boşluklara tek tek düşmeye başlamışlar. Dağ Tanrısı’nın eşi gördüğü bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamamış. Yıldızlara düşen gözyaşları yıldızların şeklini bozmadan onları birer çiçeğe dönüştürmüş , bu sayede de bu küçük yıldızlar Alp yıldızı çiçeği olmuşlar. Edelweiss insanlar arasında çeşitli söylentilere yol açarmış. Kimisi dermiş ki bu çiçeği bulan kişi hayatının sonuna kadar çok mutlu ve huzurlu olurmuş. Kimisine göre ise bu çiçeğe sadece en usta dağcılar ulaşabilirmiş. Fakat Leon , yıldız şekline sahip beyaz çiçeği tek bir sebepten dolayı istiyormuş. Köyün en güzel kızlarından biri olan Lora’ya herkesten ve her şeyden daha çok değer verirmiş , bütün hayatını onunla geçirmeyi dilermiş. Bazı aşıkların sevgilerini göstermek için upuzun zorlu yolları geçerek Alp Dağları’ndaki beyaz kardeleni, sevgilerini göstermek adına sevdikleri kadına verdiklerini bilirmiş genç Leon. Bu yüzden ansızın bir gece kimselere haber vermeden düşmüş yollara delikanlı.
Buz gibi geceler geçirmiş , alev kadar sıcak çölleri geçmiş genç adam ; bazen uyuyacak yer bulamamış, bazen de yiyecek tek parça ekmek. Yine de asla pes etmeyi düşünmemiş. Bu zorlu yolculuğu neredeyse üç ayı bulmuş. Tabii yolculuk sırasında çeşitli hastalıklar geçirmiş , vücut direnci düşmüş. Artık dayanamamanın eşiğine gelmişken koca Alp Dağları’nın karlı tepeleri görünmeye başlamış. Sevdiği kadının aklına gelmesiyle beraber içi ısınmış ve bir enerjiyle dolmuş Leon. Vakit kaybetmeden hemen en tepesine tırmanmaya başlamış ünlü Alplere. Upuzun saatleri aşan tırmanışında kolları diken dolmuş , bacakları ise çarptığı kayalar yüzünden tutmaz hale gelmiş. Kayalık uçuruma çıktığında gördüğü manzara gerçekten de anlatılanlar gibiymiş. İpek gibi çiçekler gökyüzündeki yıldızların birebir aynısıymış. Gördüğü en canlı , en büyük ve de en beyaz renge sahip çiçeği tuttuğu gibi koparıvermiş. Çıktığı yoldan geri inmeye başlayan delikanlı önündeki uzun yolu hayatındaki tek değerli insanı düşünerek geçirmiş.
Leon’un ortadan kaybolması sadece tek bir kişiyi endişelendirmiş, o da Lora’dan başkası değilmiş. İki gencin de kimsesi yokmuş bu koca hayatta. Sahip olduğu tek kişiyi kaybettiğini düşünen Lora yataklara düşmüş. Günler, haftalar hatta mevsimler ilerlemiş sevgilisinden hiçbir haber yokmuş zavallı kadıncağızın. Doktorlar umutlarını yitirmiş durumdayken kalbine bir his doğmuş Lora’nın. Delikanlının yaşadığını en derinden hissetmeye başlayan Lora herkesi şaşırtarak sağlığına geri kavuşmuş. Geçen haftaların ardından yağmurlu bir günde kapısının önünde sevgilisini bekliyormuş her gün yaptığı gibi. Bir süre sonra içeriye girecekken birini görmüş , yüzü görünmeyen . Ama genç kadın hemen anlamış bu yüzün sahibini. Koşarak ilerlemiş bulunduğu tepeye doğru normalden fazla bir heyecanla.
Birbirlerine sonunda kavuşan iki genç iki farklı duygu hissetmiş. Leon sevgilisini görmenin verdiği huzurla dünyanın en mutlu insanı olmuş sanki. Fakat aylardır Leon’dan haber alamayan Lora, onu bu kadar zayıf ve yaralar içinde görünce hiç korkmadığı kadar korkmuş. Bunca duygunun sebebi olan beyaz kardelen genç kadının ellerindeki yerini bulmuş. Ama neredeyse yirmi kilo veren ve türlü hastalıklara yakalanan Leon birkaç saniye içinde son nefesini vermiş sevdiği kadının kolları arasında. Onu böyle görmek, hayatının sonuna kadar onunla yaşayacağı adamın cansız bedeninin elleri arasında olması mahvetmiş Lora’yı. Onsuz yapamayacağını biliyormuş genç kadın. Bu yüzden aklına gelen tek şeyi gerçekleştirmiş hiç oyalanmadan. Leon yüzüğünde bir sıvı taşırmış, dünyanın en güçlü zehrini. Lora yüzüğü kaptığı gibi tek bir damla bırakmadan yutmuş güçlü sıvıyı. Saniyeler sonra ise sevgilisinin elini tutarak elleri arasındaki çiçekle beraber acılar içinde hayatı son bulmuş.
Bir masal ülkesiydi burası iyi ve kötü her tarzdan hikayelerin bulunduğu. Çok az sayıda insan gerçek aşkıyla beraber sonsuza dek buraya gelebilirdi hiç haberleri olmadan. Çok az sayıdaki kişi sevdiği tarafından Edelweiss çiçeği alıp mutlu ve huzurlu hayatlarını sürdürebilir burada. Leon ve Lora gibi çok az kişi bulunurdu bu ülkede. Bu ülke Edelweiss’ın ülkesiydi aslında, aynı Leon ile Lora gibi huzurlu ve mutlu sonsuz hayat geçirecek ruh eşlerinin eviydi burası: Edelweiss’ın ülkesi…