Hayatlarımız bize küçüklüğümüzden beri öğretilen iki temel yargı üzerine kurulu aslında. Yaşam ile ölüm ve sevgi ile doğum ya da barış ile savaş… Dünya üzerinde daha değerli bir şey var mı diye sorarsak ise cevap olarak her zaman barış ve sevginin örneklendirdiği bir evrendeyiz. Peki kötünün bir değeri yok mu? Kötü neden kötü biz mi anlamlandıramıyoruz yoksa kötü dediğimiz tüm düşünceler bizlerin yani insanlığın eseri mi?
Zihnimiz bize hep oyunlar oynuyor aslında hatta zihnimiz değil de yaşadıklarımız, anılarımız, sosyal çevremiz ya da hobilerimiz… Yağmuru sevmeyen insanlar tanıyorum mesela doğa olaylarını sevmeyen bir insanı o büyülü dünyayı sevmesi için zorlayamayız ama nedenini sorduğumuzda hiç ilgilenmediğini birkaç cümlesinden ve ilgisizliğinden görebiliriz. İnsanlar olarak ihtişam, gösteriş ve dışarıdan bakınca daha basit görünen olaylar ve olgular bize daha ilgi çekici geliyor galiba. Doğa ve doğadaki tüm olaylar iyilikten mi doğuyor sizce? Ya da iyilik yapıcı kötülük ise kırıcı mı? İki yağmur damlasının birleşimi daha büyük bir yağmur damlası değildir, bir hiçliktir. İki yağmur damlası birleşir ve yok olurlar. Hiç fark ettiniz mi? Yoksa görmek yerine sadece baktınız mı?
Dışardan bakıldığı zaman gördüğümüz bizler gerçekten bizler miyiz? Aynadaki yansımamız sadece fiziksel olarak mı var yoksa gerçekten tüm duygu ve hislerimizi üç boyuta sığdırılmış olarak gözlemleyebiliyor muyuz sizce? Bana sorarsanız benliği ben yapan sadece ona özgü olandır. Farklı bakış açıları değişik gözlemler ya da diğer insanların değişi ile bizlerin zaman geçirmek için oyalanacak bir aktivite gibi gördüğü düşünceler… Mesela size belki de kuşlar gökyüzüne doğru düşüyordur desem ne hissedersiniz? Ya saçmalık ya da görüş ayrılığı…
Çevremizin, alışkanlıklarımızın, hayatlarımızın hep dönüm noktası olarak adlandırdığımız spesifik ve etkileyici anıları var. Biz bu yolun ne kadar sürdüğünü bilmeden bunun sadece farklı bir yaşam tarzına geçeceğimiz yeni bir olay olduğundan nasıl emin oluyoruz? 37 yaşındayken yaş otuz beş yolun yarısı eder diye şiir yazan ve kırk altı yaşında ölen şair Cahit Sıtkı Tarancı mesela sadece bir varsayımdan sonra önünde bir yaşadığı kadar daha hayat olduğunu düşünürken hayatının tahmininden erken sona ermesi sizce de biz insanlar için fazla ibretlik değil mi?
Hep düşünürüm mesela bir çatının altı dans eden insanlarla doluyken bir başka çatının altı oradaki gürültü kadar sessiz olabiliyor… Marketlerde hepimize yetecek miktarda yemek varken insanlar açlıktan ölebiliyor… Hayat bazen iyiyken bazen kötü olabiliyor ve biz sadece birer etkeniz. Bir tahterevallinin iki ucunda gibiyiz, yerden yüksekliğimiz hep belirsiz… Yerden ne kadar yüksek olacağımız ise hep karşı tarafa bağlı. Tek değiliz. Birliğiz. Beraberiz. Toplumuz.
İnsanlar her şeyi bildiklerini sanır ve hep konuşurlar. Bazen onlar konuşmasalar bile bakışları konuşur. Bazen bakışları da susar yazdıkları konuşur. Bazen her şey susar, herkes gider, yapayalnız kalırız ve bizi yapayalnız bir başımıza bıraktıkları karanlık bile onların bizimle konuşma şeklidir. ‘’Şunu asla unutmayın: Önemli olan hayatınızı nasıl yaşadığınız değildir. Önemli olan bunu kendinize özellikle de başkalarına nasıl anlatacağınızdır.’’ İnsanlar hep varsayım yapar, hep düşünür, hep konuşur… Önemli olan bizim kendi vicdanımızın öncülüğünde her olayı değerlendirdiğimiz o minik mahkemelerimizde aldığımız kararlardan kendimizin tatmin olup olmadığıdır. İnsanlar tektir. Birlik gibi görünür ama değildirler.
Öyle yaşamlardayız ki karmaşanın ortasındayız, yapayalnızız ama hepimizin bu dünyaya açılan pencereleri var belki benim pencerem yıldızları görmüyordur ama ben görürüm. Hayal ederek her şeyi görürüm, ayı, güneşi, yıldızları… Çünkü aslında her şey kalpte başlayıp kalpte biter…