Hava kararmış, yaz rüzgarları serinlemişti. Daha birkaç dakika önce oturduğum koltukta biraz daha kıpırdandıktan sonra en rahat bulduğum pozisyonda hareketlerimi kestim. Loş ışıklarla aydınlatılmış ve beklenmedik bir şekilde lavanta kokan salonda gözlerimi gezdirdim. Oldukça büyük olan sahneyi gizleyen kırmızı kadife perdeler sesleri yutuyor olmalıydı ki salon onlarca hatta belki de yüzlerce insanı içine sığdırabilmişken bile çok sessizdi. Birkaç dakika daha geçtikten sonra artık gösterinin saati gelmişti ve seyirciler de oturmaları gereken yerlere geçmiş sabırsızlıkla perdelerin aralanmasını bekliyorlardı. Bu bekleyiş birazdan biter düşüncesi kafamdan geçtikten sonra perdeler aralandı ve karanlık olan salonun tavanındaki ışıklar sahneyi buldu. Oyun başlamıştı.
Oyuncuların sahnede bir sağa bir sola yürüyerek ezberledikleri replikleri hiçbir sıkıntı çekmeden bize aktarmaları sayesinde canlandırdıkları karakterlerin hayatlarına bakıyorduk. Ortalama kırk dakika geçmiş olabileceğini düşünüyordum ve hikayenin geldiği noktayı analiz etmem gerektiğinde kanaat kıldım. Şimdiye kadar anlatılanlar bir evreni anlatıyordu, farklı bir gerçekliği. Bir masal ülkesiydi burası, her şeyin mümkün olduğu bir masal ülkesi… “İyi insanların” yaşadığı, suç denilen şeyin bulunmadığını hatta hiç var olmamış olduğu bir dünyaydı karakterlerin yaşadıkları yer. Şimdiye kadar baş karakterlerle tanışmış ve dünyadaki düzenle alakalı önemli noktalar ve bunların gerçekleşmesini sağlayan kuralları duymuştuk. Sıkılmaya başladığımı hissediyor ancak olayların zaten bu dakikadan sonra başlayacağını düşündüğümden sabrediyordum.
Karakterlerin konuşmaları sürerken sahneye bir oyuncu koşarak geldiler. Endişeli bir ifade takınmış oyuncunun korkuyu insanın iliklerine işleyen bir parıltı taşıyan gözleri sahnedeki oyucularda gezindikten sonra seyirciye kaydı. Krem rengi bir palto giymiş olan uzun saçlı oyuncunun bu rol için gerçekten çok iyi hazırlanmış olduğu belliydi. Adamın yüzü sanki gerçek bir korkuyla beyazlamış, kaşları istemsizce havaya kalmış gibiydi. İfadeleri böylesine gerçekçi görünen bu adamın güzel bir ödülle ödüllendirilmesini düşünüyordum ki oyundan beklenmeyen bir şekilde sahnede yaşanan oyuncular yerine seyircilere seslenmeye başladı. “Bu bir masal değil, bir oyun değil. Lütfen inanın bana! Bir katil var!” dedi. Ses tonuyla paniği seyirciye geçiriyor ve tüyleri diken diken ediyordu.
Adam seyirciye seslenmeye devam ederken sahnenin arkasından biri daha ışıkların altında ortaya çıktı. Gülümseyen yüzü ve siyah deri ceketiyle oyuncunun bahsettiği katil bu olmalı diye düşündürüyordu. Diğer tiyatro oyunlarından farklı bir şekilde gizemli bir katil yaratmak ve seyircilerin bu katili bulmasını beklemek yerine katili direkt ortaya atmış olan senaristi oldukça merak etmiştim bu görüntüyü gördükten sonra. Katili oynayan adamın korkmuş adama yaklaşmasından sonra katilin elinde bir bıçak görüldü. Ve bu bıçağın seyirciye gösterilmesiyle korkan adama saplanması bir oldu.
Sahnede bulunan oyuncuların yüz ifadeleri korku, endişe ve şaşkınlığı seyircinin fark etmemesine olağan vermeyecek kadar gerçekçiydi ki benim de dikkatimden kaçmadı. Kadronun iyiliğini önceden duymuş olmama rağmen bu kadarını beklemediğimi kendi kendime itiraf ettim. Bıçaklanan adamın yere düşmesi ile oyunun başlangıcında kenarlara çekilmiş perde kapandı. Başka bir sahnenin geleceğini düşünürken salonun ışıklarının açılmasıyla oyunun bittiğini işaret ettiklerini anladım. Beklenmedik bir sondu. Işıklar açıldıktan sonra salonu doldurmuş alkışlar ile seyircilerin de benim gibi oyunculuklardan oldukça etkilenmiş olabileceklerini düşündüm.
Salonun yarısı birkaç dakika içinde boşalmıştı ancak ben birkaç dakika daha kaldıktan sonra belki de oyunculardan birini görürüm ümidiyle koltuğumda kalmıştım. Artı olarak beklediğim yaklaşık on dakikadan sonra salonda benim dışında kimse kalmamıştı. Salonda tek bir fısıltının çıkmadığını anladığımda tekrar kapalı perdelere bakma fırsatına eriştim. Gözlerim elimde tuttuğum telefondan sahneye dönünce perdenin kapatamadığı ve normalde hala aynı noktada yatmaması gereken oyuncuyu gördüm. Perde oyuncunun bedenini kapatabilmiş olsa da kolunun üstünden geçmiş ve bir elinin seyirci tarafından görünebilmesine olanak sağlamıştı.
Gözlerime inanamadım. Sessizliğe boğulmuş bu salonda tek bulunan ben olmama rağmen o oyuncu yerinden ne kalkmış ne de elini hareket ettirmişti. Şaşkınlığımı başımı iki yana sallayarak atlattıktan sonra yüzümde şekillenen gülümsemeye engel olamadım. Oyuncu kadrosu ve senaryosuyla beğenileri kazanmış bu oyunun gerçekliği de yansıtma çabası beni oldukça şaşırtmış ve bir o kadar da hayran bırakmıştı. Oyuncunun profesyonelliğini içimden tebrik ederek oturduğum yerden kalktım ve tiyatro salonundan dışarıya adımladım. Bu gördüğüm en iyi oyunlardan biri olabilirdi.