“Bir gemi yanaştı Samsun’a sabaha karşı
Selam durdu kayığı, çaparı, takası,
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman
Duman değildi bu
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil
Sarılan anayurda
Kemâl Paşa’nın kollarıydı.”
Cahit Külebi
Bandırma vapurunda geçirdiği üç günün sonunda 19 Mayıs’ta Samsun Tütün Limanı’nda karaya bastı Mustafa Kemal. Dokuzuncu Ordu müfettişi olarak, üstün bir nüfuzla Anadolu’ya ayak bastığı gibi başladı asıl görevine. Padişah, halife, hükümet anlamını yitirmiş; İngiliz himayecileri ve Amerikan mandacıları vatan haini ilan edilmek yerine desteklenmekteydi. Vatan topraklarının elden gideceği acı bir şekilde manidardı, birilerinin bir şey yapması gerekiyordu.
25 Mayıs’ta Havza’ya giderek Havza Genelgesi’ni yayınlayan Mustafa Kemal, kurtuluş için gereken ilk adımları atmıştı. İşgali hâlihazırda iliklerine kadar hisseden Türk milletinin gözünü açması için bilgilendirme yapılmıştır.
12 Haziran tarihinde Mustafa Kemal ve arkadaşları Amasya Genelgesi’ni hazırladı. İstanbul’un milleti terk ettiği söylenmiş, “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” sözü ile milli egemenliğin ilk sinyalleri verilmiştir. Mustafa Kemal o zamanlardan Türk milletindeki potansiyeli görmüş ve ona göre harekete geçmiştir. Bir şeyler yapacaksa bunu tek başına, yardımsız yapamayacağının farkında olduğundan da milleti aydınlatarak harekete geçirmiştir.
Mustafa Kemal ve arkadaşları Amasya’dan Erzurum’a geçerek ve İstanbul’daki Osmanlı hükümetine tamamen karşı çıkarak kendi hükümetlerinin kurulacağına dair karar verdi. Manda ve himayeyi reddederek tam bir hürriyet isteğiyle ve azmiyle Meclis’ten söz etti.
Yurdun her yerinden gelen temsilciler Mustafa Kemal başkanlığında ilk milli kongresini yaptı. Sivas’ta Meclis-i Mebusan’a çağrı yapıldı ve cemiyetler tek çatı altına alındı. Daha sonra Amasya Protokolü ile Temsil Heyeti kendini resmileştirdi.
İşlevini yitirmiş İstanbul Hükümeti’ne, borçlar ve işgaller altında boğulan “hasta adama” ve vatanı kurtarmanın yolunun manda altına girmek olduğunu sanan hainlere karşı Türk milletine bir çıkış yolu sunarak ve aslında daha savaş başlamadan medeniyetinin ilk adımını atarak Büyük Millet Meclisini kurdu Mustafa Kemal.
Dıştan gelen tehditlere boyun eğmemiş, başka devletlerin parasına muhtaç olmadan, başka devletlerin himayesine girmeden milletini kurtarmıştır.
O zaman muazzam bir meblağ olan 239 milyon liralık dış borçlanma yapmış, savaşlardan yıpranmış, ekonomik olarak çökmüş bir devletten; aydın, kendi kendine yetebilen, özgür bir vatan oluşturmuştur Atatürk.
Artık işlevsiz hale gelen yozlaşmış hükümetten ayrı, bağımsız ve millet tarafından yönetilen bir devlet oluşturarak halka sorumluluk vermiştir. Milletine sonsuz güvenle hareket eden Mustafa Kemal’in belki de gözden kaçırılan en önemli özelliği budur.
Kendisinin ve silah arkadaşlarının korkmuş, ezilen bir millete daha önce hiçbir milletin tarihinde görülmemiş devasa cesaret ve azim aşılaması ile Anadolu üzerindeki işgalcilerin karşısına bir çığ gibi yığılarak onları yok etmiştir. Adeta beton kaldırımların arasından çıkarak açan bir çiçek gibi yeni bir çağ başlatmıştır Türk milleti için.
“Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü ile bugünlerde sıkça karşılaştığımız asimilasyona daha o günden karşı çıkarak ileri görüşlülüğünü kanıtlamıştır. “Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.” diyerek de kimseyi arkada bırakmadan yoluna devam edeceğini belirtmiş ve ölüm döşeğindeyken bile Hatay’ı düşünerek bunu kanıtlamıştır.
Keşke birkaç yıl daha yaşayabilseydi… diyerek hiçbir yere varamayacağımızı anlamamızın vakti geldi. Elinden geleni yaparak, hayatını vererek Türkiye’yi kurtaran Mustafa Kemal’in her zaman izinden gideceğiz. Gençler olarak bize bıraktığı eseri her daim koruyacağız, onun bize verdiği hazineyi dinlenmeden yükselteceğiz, eskiden her sabah bağırarak söylediğimiz Andımızı her daim aklımızda tutacağız ve Nutuk’un özellikle son sayfası rehberimiz olacak.