İnsanoğlu geçmişten bu zamana dek hep bilinmeyeni, gizemli olanı araştırmaya yönelmiştir. Bu gizemlerin başında ise daha yeni yeni keşfettiğimiz ve keşfetmeye devam ettiğimiz uçsuz bucaksız olan uzay her dönemde insanların ilgi odağı olmuştur. Hastalanmaya başlayan dünyamızı kurtarmaya çalışmak bir kenara orada bulunma hatta yeni bir yaşam alanı oluşturma fikirleriyle daha da ulaşılması gereken bir fikir haline gelmiştir. Teknolojinin gelişimi ile araştırmaların hızlanması, bu ölümüne terk etmeye düşündüğümüz Dünya’nın yerine yeni bir yaşam alanı bulma çabamız, oluşturduğumuz küresel iklim krizinden kaçmamıza yeterli olma durumuna şüphe ettiğimi söyleyebilirim.
İnsanın diğer gezegenlerde neler olup bittiğini bildiği ve belki de onları ziyaret edebileceği bir zamanın gelebileceğini söylemiş Henry Ford. Baktığımızda ne kadar haklı olduğunu görebiliyoruz. Bizler her dönemde uzaya karşı bir ilgi duymuşuz. Yıldızların ve gezegenlerin hareketlerini izleyip saatler, takvimler vb. şeyler geliştirmişiz. Baktığımızda ise asıl dönüm noktamız 20. yüzyılda gerçekleşmiş. İnsanoğlu 1961 yılında ilk uzaya çıkışı ile uzaya olan merakı için ilk adımını atmıştır. Şimdi ise gerçekleştirdiğimiz faaliyetler ile uzayda yeni bir yaşam alanı arayışı içine giriyoruz. Bilim adamları her seferinde yeni gezegenler, galaksiler keşfedilmesine çabalıyor ve bununla kalmayıp yeni bir Dünya bulma ve oraya adapte olma amacıyla tartışmalar ve araştırmalar yapıyor. Araştırmalar gezegen üstünde su bulma, Dünya ortamının benzerine sahip bir gezegen, bitki yetiştirebilinecek bir alan… tarzında ilerleyip duruyor. Ancak neden bu kadar ısrarcılar bu yeni Dünya’yı bulma konusunda? Şu an bulunduğumuz ve yaşadığımız bu yeşil Dünyadan(!) kaçma isteği neden bu kadar fazla?
Dünya’nın peyderpey yok olduğunu görmemize rağmen bir çözüm bulmak yerine kaçış biletimizi şimdiden hazırlamaya çalışıyoruz. Daha başka gezegenlerde yaşam kanıtı yokken yaşadığımız, halen nefes alıp veren bu gezegene ölü ünvanını takıp bir kenara fırlatıyoruz. Daha kendi yaşadığımız alanı temiz tutup koruyamıyorsak yerine yeni yerler bulma isteğimiz beyhude. Bulsak bile o gezegeninin kaderi de Dünya’nın kaderinden çok da farklı olacağını düşünmüyorum. Dünyanın modern çevresel sorunları Sanayi Devrimi tarafından başlamış ve yılların geçmesiyle beraber giderek artış göstermiştir. Fabrikaların sürekli aktif halde tutulmasından dolayı çevre kirliliğinin artışı gezegenimizin değerli doğal zenginliğini azaltmıştır. Bu olaydan sonra var olan dengenin bozulmasına, sıcaklıkların değişmesine, mevsimlerin artık kafasına göre takılmasına, bundan dolayı birçok bitki, hayvan ve insanın yaşam alanlarının daralmasına ve yok olmasına neden olmuştur. Şu anki durumumuza bakarsak neredeyse 50 yıla kadar birçok kaynağımız tükenmiş olacak. Bulunduğumuz galakside Dünya’ya benzer bir gezegenin bulunmaması, başka gezegenlere hayatımızı emanet etmememizin gerektiğinin başlıca örneklerinden olduğu düşünüyorum.
Kısacası baktığımızda insanlık bu önemli karar için tartışmaya ve araştırmaya devam edebilir hatta çalışmalarını sürdürebilir. Ancak daha var olan kaynaklarımızı kullanmayı bilmiyorsak ve bu kaynakları koruyamıyorsak uzaya koloni kurup orada hayatımızı devam ettirme hayalimizi tekrardan göz önünden geçirmemiz gerektiğini söylemeliyim.