Ankara’nın soğuk ayazının estiği bir sonbahar Cumartesi’siydi. Ahmet dünden beri hem sınavlarına hazırlanıyor, hem de ödevlerini yetiştirmeye uğraşıyordu. Zaten bu sıkı programı içerisindeyken annesi herhangi bir neden olmadan Ahmet’i yanına çağırdı. “Ahmet, benim için markete gider misin, akşama misafir gelecek.” Demişti telaşlı telaşlı. Ahmet biraz bu duruma gücenerek “Annem, şuan gidemem zaten dünya kadar işim var, abim gitse ya?” diye annesine söylendi. Annesi daha cevap veremeden abisinin evde olmadığını fark etmişti. Bunun üzerine annesini kırmayıp odasına gitti. Montunu ve atkısını iyice giyindikten sonra dış kapıya çıktı. Annesi onun ayakkabısını giymekle uğraşırken izledi ve ayakkabısını giydiğinde ona küçük bir kâğıt uzattı. “Olum bunun içinde market listesi var hadi çabuk git çabuk gel.” diye seslenmişti annesi. Ancak bunu söyleyişi Ahmet’i biraz daha gücendirmişti. Ahmet, seri bir biçimde bahçe dedikleri küçük beton alandan çıktı, biraz sinirli biraz endişeli.
Evleri bir yokuşun orta kısmında olduğundan merdivenlerle aşağıdaki caddeye inmeye başladı. Soğuk havanın da etkisiyle kafasındaki düşünceler uçup gitmişti. Ya sınavlar hakkında düşünüyor ya da hiçbir şey düşünmüyordu. Sonunda caddeye ulaşmıştı Ahmet. Ancak garip bir şekilde caddedeki araba sayısı yok denecek kadar azdı. Ahmet günün Cumartesi olduğunu anımsadı ve bunun üzerine fazla düşünmedi. Marketin önüne gelmişti, hatta geldiğini bile fark edememişti Ahmet. Bir eliyle gözünü ovuşturduktan sonra kendine gelen Ahmet, marketin giriş kapısını ittirdi. Ancak kapı ne itiliyor ne çekiliyordu. Ahmet marketin kapalı olacağına aklına getiremeden, aniden gelen bir öfke ile kapıya omuz attı. Saniyeler, hatta saliseler sonra kendini yerde buldu. Ahmet birden çok yorgun hissetti, bunun için de zihnine birkaç saniye daha izin verdi.
Gözlerini açmadan ilk hissettiği şey, dayanıksız ama yine de sert olan tahta zemin idi. Bunun üzerine zihnini, gözlerini ve vücudunun neredeyse tamamını müthiş bir dikkat sardı. Hemen ayağa kalktı, ancak beyni gördüğü şeyleri anlamıyordu. Algılamaya başladığında ise markette değil, bir evde olduğunu gördü. Zaten zayıf olan beyni buna anlam vermeye hiç uğraşmadı. Etrafında gezinmeye karar veren Ahmet ilk başta mutfak sandığı yere girdi. Buradaki her şey eski püskü ve tozluydu ki her adım attığında yerin gıcırdaması bunu sadece daha kötü yapıyordu. Hızlı ama temkinli bir biçimde mutfağı terk etmişti. Hiç düşünmeden önündeki iki kapılı odaya dalıvermişti. Burada asıl ödünü kopartan şey içeri adım attığı anda parkenin kırılıp devasa bir ses çıkartması değil, bir adamın geldiği anda başını çevirip gözlerinin içine, belki de ruhuna bakıp onu incelemesiydi.
Korkudan bayılmadan önce bir tablo gördüğünü hatırladı. Yine saliseler içinde sebebi olmadan tabloyu düşündü. Gözlerini tam kapamadan önce tabloyu daha önce gördüğünü anımsadı. Hatta salondaki o tabloyu görünce her şeyi yeniden hatırlamıştı Ahmet. Çığlığı basacak iken yatağından fırladı. Her şeyin bir rüya olduğunu anlayınca ona tatlı gelen yatağına sarılıp soluklandı iyice. O kadar korkmuştu ki öleceğinden. Bir of çekti, geri yatağına yattı.