İnsanlar ve doğa birbirine düşman iki topluluk ya da fikir olarak düşünülebilir. Bu, insanlar tarafından savaş olarak görülmez, daha çok çıkar ilişkisi şeklindedir. Doğada ise işler biraz farklıdır. Doğa kendisine saldıran bu yıkıcı topluma düşmandır. İnsanlar, gittikleri yerleri kendi hakimiyetine almakla sınırlı kalmayıp aynı zamanda büyük bir zevkle yakıp yıkar. Bu durumun sonuçları ise aynı şekilde onlara geri döner. Yakıp yıktıkları, zarar verdikleri, hiçbir sebebi yokken rahatsız ettikleri ve yaşam alanlarına girip ele geçirdikleri en önemli olan canlı ise doğada bulunan hayvanlardan başkası değil.
İnsanlar geçmişten günümüze kadarki zaman diliminde, yerleştikleri bölgelerin hakimi olmak için o bölgeye zarar verdiler. Günümüzde ise bu durumun pek de değiştiği söylenemez. Şu an yaşadığımız bütün bölgeler hiç şüphesiz asırlar önce hayvanların yaşam alanıydı. Ve insanlar her zaman yaptıkları gibi kendilerini hükümdar sandılar ve bölgelerin kontrolünü ele geçirdiler. Gelip hayvanların yaşam alanını almamışlar gibi aynı zamanda hayvanları gelip kendi eğlencelerine alet etmek için hayvanat bahçelerini ve sirkleri kurdular. Sözde hayvanat bahçeleri nesli tükenen hayvanları kurtarmak amaçlıydı. Fakat onları kafeslerde tutarak ellerinde tek kalan şeyi de aldılar: özgürlüklerini.
İnsanların cani eylemlerinden biri ise hayvanların ilaç yapımında denek olarak kullanılması. Kendi sağlıkları için doğadaki özgür hayvanları denek olarak kullanıldılar ve maalesef ki bu hâlâ devam etmekte. Sırf insanların yakalandığı bir hastalık yüzünden masum binlerce hatta yüz binlerce hayvan kafeslerin içinde belki bir gün bir işe yararlar da aşı bulunur diye bekletildi. Ailelerinden uzak, vahşi yaratıklar olan insanlar tarafından eziyete mağruz bırakıldılar.
Keşke örnekler burada sınırlansaydı. Fakat bu çağ dışı eziyet tabii ki de burada bitmiyor. Sokaklarda sadece hayatta kalmaya çalışan köpek ve kedilere verilen zararlar sayılamayacak derecede fazla. Bazıları tarafından eziyet gören bu masum canlıların öldürülmesinden sonra, sadece 100 TL para cezası yetmiyor ya da sırf onlardan korktukları için onların ölümüne yol açan insanların, nefsi müdafaa demesiyle hayvan hakları korunmuyor maalesef.
Bir diğer kurbanımız ise av hayvanları. İnsanlar hayvanları yedikleriyle kalmıyor aynı zamanda onları öldürüp postlarından kürkler ve halılar, derilerinden çeşit çeşit ayakkabı ve çantalar, hayvanların kafalarından duvar süsleri yapıyorlar. Bunun ne kadar da mantıksız olduğu aşikâr ve Ellen DeGeneres’in söylediği söz de bu acı tabloyu net bir şekilde açıklıyor: “İnsanlara neden duvarlarına geyik kafası astıklarını soruyorum. Çok güzel bir hayvan olduğu için diyorlar. Bence annem de güzel ama ben onun fotoğraflarını asıyorum.”
Tüm bu sorunlarla uğraşırken hâlâ bir hayvan hakları kanununun olmaması zaten durumun ne kadar vahim olduğunun bir göstergesi. Böyle bir kanunun olsaydı – ki olmalı- yazılması ve belirtilmesi gereken sayısız yönerge ve kural olmalı. İlk olarak, en azından av hayvanlarının sadece yemek amaçlı avlanması için bir yaptırım çıkarılmalı. Yapılan bu caniliği belgeleştirmek yani iyi bir şey yapılmış gibi duvarlara ölü hayvanın kafasını koymak insanın içini acıtıyor – en azından bazılarının.
Bir diğer konması gerek kural ise sokaklarda yürüyen hayvanları öldürmenin yasaklanması ve cezasının bir insanı öldürmek kadar ağır olmasıdır, ki insanlar öldürüldüğünde bile yeterince ceza verilmiyor. Son olarak ise, hayvanat bahçelerinin kaldırılması olmalıdır. Hayvanlardan yaşam alanlarını aldığımız yetmiyormuş gibi bir de onların özgürlüklerini almamalıyız ya da onları esir gibi bir hayata mahkûm etmek mantığını kullanabilen bir kişinin yapmaması gereken bir şey olmalıdır.
Tüm kurallara ne kadar uyulacağı da aşikâr tabii ki. İnsanların belli ve yerleşmiş düzenleri sebebiyle buna baş kaldırması da kaçınılmaz. Fakat en azından içimizde kalan son bir parça umutla devam etmek ve bu masum varlıkları korumak, biz iyi sayılabilecek insanların aklının bir köşesinde bulunmalı. En azından boyun eğmek ilk çare olmamalı.