Karanlık gecede çoğalan ayak seslerini yükselen fısıltılar, fısıltıları da gaz lambalarının ışığı takip ediyordu. Gizlendiğini, sessizce hareket ettiğini sanan grup oldukça dikkat çektiğinin farkında değildi. Kukuletalı, maskeli bir adam gruba doğru yaklaştı. Gri, parlak maskesi tüm yüzünü kaplayarak kimliğini saklıyordu adeta. Grup, yapacakları işe o kadar odaklanmıştı ki o an arkalarındaki sabotajcıyı kimse fark etmedi. Maskeli yabancının siyah, uzun pelerini rüzgarda havalanarak onu daha ürpertici gösterdi, olayı görenler ondan silahlı bir saldırı beklerken o cebinden bir parça parşömen çıkarıp onu rüzgara doğru serbest bıraktı. Parşömen uçtu, uçtu ve uçtu… Uçan parşömen sanki büyülüymüşçesine havada toz oluverdi. Aynı anda sessiz grup da gözlerden kayboldu ve o gece olanları kimse kimseye açıklayamadı. Gördüğüm rüyanın ertesi gün gerçek olacağını bilseydim başka hayatların ana karakterlerini gözlemlemek yerine kendi hayatımın ana karakteri olmak için uğraşır ve bir nefes daha alabilmek, bir cümle daha söyleyebilmek için çabalardım. Hiçbir zaman başka hayatların hiç bilmediğim meseleleri için atacağım bir adımı feda etmezdim…
Kan ter içinde uyandıktan sonra yaklaşık üç dakika boyunca ne olduğunu anlayamadım. Nefesin düzene girip odamda, güvende olduğumu fark ettiğimde gördüklerimin yalnızca bir rüya hatta ya da büyük ihtimalle bir karabasan olduğunu anladım. Sonrasında tüm bunları kafamdan atmak istercesine başımı hızlıca iki yanna sallayıp yataktan kalktım ve işe gitmek için hazırlanmaya başladım.
İşe gitmek için tramvaya ulaştığımda iki dakika kala yetiştiğimi görüp “Bir kabusla başlamış olsa da bugün şanslıyım görünüşe göre.” diye geçirip tebessüm ettim. İşe vardığımdaysa gün oldukça soradan geçti ve akşam beş sularında evime dönebilmek için tekrar kavurucu güneşin altında tramvayı beklemeye başladım…
Evin kapısını açar açmaz duvarda asılı olan ev telefonum çalmaya başladı. Telefonu açtığımdaysa kimse konuşmadı, yalnızca birinin nefes alma sesleri geliyordu. “Orada mısınız?” diye sordum merakla. Cevap gelmedi. Acaba benim telefonumda mı bir sorun var diye telefonu kontrol ettim ama hayır, ses açıktı ve hiçbir sorun yoktu. “Merhaba, beni duyuyor musunuz?” diye sordum tekrar. Cevap alamayınca bu sefer sibirle konuşmaya başladım. “Madem konuşmayacaksın neden arıyorsun? Git kendine eğlenecek başka kapı bul!” dedim ve telefonu bir hışımla kapattım. Anlık sinirimin geçmesi için salonda açık olan cama yöneldim. Olamaz, bu camı açık unutup mu gitmiştim işe? “Olan olmuş.” diye iç geçirip camdan biraz sarkıp tertemiz havayı içime çektim. Masmavi, güneşli gökyüzüne bakarken kuş seslerini dinlemenin ve yüzünü usulca yalayan meltemi hissetmenin üstünde huzurlu bir his var mıydı bu dünyada? Bakışlarımı yavaşça aşağıdaki insanlara çevirdiğimde gözlerime çarpan şeye inanamadım. Bana arkası dönük olduğu için yüzünü göremediğim, kukuletalı ve yere kadar uzanan siyah pelerinli bir adam evimin karşısındaki tuhafiyecinin vitrinine bakıyordu. Hayal gördüğümü düşünerek pencereyi kapattın ve kendime yemek hazırlayıp dinlenmek için televizyonun karşısına geçtim.
Sabah saat ikide boynumdaki ağrıyla gözlerimi açtım huzursuzca. Koltukta uyuyakaldığım için boynum tutulmuş olmalıydı, üstüne üstlük pencereyi de açık unutmuştum ve gelen rüzgar muhtemelen boynumu daha kötü yapmıştı. Bir dakika… Ben bu pencereyi kapatmamış mıydım? Pencereyi kapatmak için ayağa kalktığımda karanlıkta her adımını dikkatle atarak yürüyen bir grup gördüm. Ayak sesleri onlar buraya yaklaştıkça yükseliyor ve ellerinde taşıdıkları gaz lambalarının ışığıyla aydınlanıyordu tüm sokak. Fark edilmemek için nefeslerini bile tutmuşlardı sanki fakat bu paniğin onlara daha çok gürültü yaptırttığının bilincinde değillerdi. Şüpheli grup, sanki kötü bir şey yapmak üzere gibi gözüküyordu ki arkalarında kukuletalı, siyah pelerinli ve gri maskeli bir adam belirdi. Maskesi tüm yüzünü kaplayarak adamın kimliğini saklıyordu. Grup adamı fark etmemişken adamdan silahlı bir hamle bekledim. Fakat o hiçbir şekilde beklemediğim, anlamsız bir şey yaptı ve cebinden bir parça parşömen çıkardı. Parşömeni havaya bırakıp toz olan parçaların rüzgara karışarak şüpheli grubu öylece yok etmesini izledi.
Bütün olayı şaşkınlıkla gözlemledim. Yine mi uyuyordum? Yine mi aynı kabusu görüyordum? Hayır, fazlasıyla uyanıktım. Sokağa tekrar baktığımda hiçbir şey göremedim. Arkamı döndüğümdeyse kukuletalı adam tam karşımdaydı. Ben neler olduğunu anlayamadan cebinden çıkardığı bir parça parşömeni pencereden bırakarak toz olmasına izin verdi. O saniyeler içinde benliğimi yitirdim sanki. Hiçbir şey hissetmiyordum, hiçbir şey düşünmüyordum; dünya üzerinde hiç var olmamıştım.