Hoşgörü, insanların, her ne kadar kişinin düşünce biçimine ters gelse de, diğer insanlara, ve onların düşüncelerine, ne kadar tolare edebildiğinin bir göstergesidir. Aynı zamanda hoşgörü, uzun zamandır toplumlarda bulunmuş ve daha ciddi durumlarda erdemli olmanın bir sembolü olmuştur. Bu hoşgörülü olmanın yüksek bir davranış olarak görünmesine sebep olmuş. İnsanlar bu davranışı yüksek olmakla alakalı olduğunu düşünerek gelişmiş ve düşüncelerini ona göre belirlemişlerdir. Ancak bu davranışın o kadar da iyi olmadığını gösteren birçok durum olması, aşırı hoşgörülü olmanın yeterince ciddiye alınmaz ise felakete yol açabileceğini defalarca kez göstermiştir.
Yukarıda yazdıklarımdan çıkaramadıysanız demek istediğim şey şu; hoşgörünün fazlası gerçekten hoşgörü gösteren kişiyi yüceltmesi gerekirken onu en aşağıya, ta ki bir insanın gidebileceği en mahcup, en utanç verici noktaya kadar düşürebilir. Bunun için ilk başta hoşgörüden çıkan dallara bakmamız gerekiyor. İlk olarak hoşgörü tam olarak nedir? Hoşgörü, her şeyi ve herkesi severek, herhangi bir yönünden dolayı kişiyi yargılamayarak kabul etmektir. Peki, neden insanlar bu davranışı büyük görüyor? İşte bu kısımda biraz daha geçmiş zamanlara bakmamız gerekli. Çok eskiden ayrı ayrı yaşayan insanların bir araya gelmesiyle küçük küçük insan grupları oluşmuş, sonrasında bu insan grupları komünler oluşturmuştur. Bu komünler de köy, şehir oluşturacak kadar büyümüşler ve en sonunda ülkeler kurulmuş. Ülkelerin vatandaşları her ne kadar başından beri orda olmasalar da, en başından beri orada olanlar, genellikle, ya ülkenin başında olmuş ya da ülkenin yönetiminde söz sahibi olmuştur. Ülkenin başındaki grup her zaman ülkenin içerisinde ne yapıldığını denetleyebilecek güce de sahip olmuşlardır. Sonuç olarak ülkenin başındakiler zaten ülkenin herhangi bir milli değeri veya kültürü varsa vatandaşlarına bunu kabul ettirmişlerdir.
Nesiller boyu süren bu milli değerlerin bazıları yok olmuş, bazıları başında nasılsa öyle kalmış, bazıları ise hafifçe bozularak ilerlemeye devam etmiştir. Ülkeler genel olarak birbirleriyle çıkar farklılıklarından dolayı savaşsa da kültür farklılığı savaş durumunun devam ettirici özelliklerinden birisi olmuştur. Savaşta kazanan taraf, kaybeden tarafın (sadece savaşı kaybeden değil, evini, ailesini, geçim kapısını gibi örnekler verilebilir.) ellerinde kalan kültürlerini yaşaması onlar tarafından erdemli olarak karşılanmıştır.
Kaybeden taraf tarafından yüce görülen bu davranış, aslında kazanan tarafın yavaşça ve belli etmeden kendi kültürünü onlara dayatmasını sağlıyor olabilir. İşin sonunda kaybeden taraf sadece sömürge insanlar olarak kalacaktır. Herhangi bir savaşa girmeden kültürlerini bozanlar, hatta direkt kaybedenler ise asıl odaklanılması gereken durumdur. Özellikle yaşadığımız yüzyılda geçerli olmak üzere, bu kültürlerini, milli değerlerini ya da toplumu birbirine bağlayan faktörlerden birini kaybetmek, maalesef, aşırı hoşgörülü olmaktan geçiyor. Herhangi bir ülkeye giden yabancılar, kendi kültürlerini bu aşırı hoşgörülü toplumda yaşıyor. Sonrasında yine ya kültürlerini yaşarken zevk aldıkları için diğer insanlar onlara özeniyor ya da bu yabancılar davranışlarında daha uyumsuz, daha asi davranışlar sergilemeye başlıyor. İşin sonu toplumun büyük bir kısmının başka bir kısımdan nefret etmesini sağlıyor.
Sonuç olarak, iletişimin kolaylaştırıldığı bu dönemde insanlara hoşgörülü olmalıyız, ancak insanların bu hoşgörülü tavrımızdan, kendi çıkarları için bizi kullanmalarına izin vermemeliyiz.