Kral VIII. Henry’nin ve Kraliçe Anne Boleyn’in kızı I. Elizabeth doğduğunda İngiltere’nin büyük kraliçesi olacağı kimsenin aklına gelmemişti. Öyle ya taht için erkek varis dünyaya getirememesinin ardından vatan haini sayılıp idam edilen bir kraliçenin kızıydı o. Ama tarihler 17 Kasım 1558 tarihini gösterdiğinde, 25 yaşındayken, tahta çıktı ve tam 45 sene hüküm sürdü. Doğduğu andan itibaren savaştı. Tahtından başka bir şeyde gözü olmayan ve onu seviyormuş gibi görünen sayısız adama karşı… Papa’ya ve Avrupa’nın yarısına karşı… Uzun yıllar boyunca İrlanda ve sembolik olarak da Fransa’nın da kraliçesi olarak kabul edildi.
Hüküm sürdüğü çağ “Altın Çağ (The Golden Age)” olarak bilinen I. Elizabeth “Bakire Kraliçe (The Virgin Queen)” olarak adlandırılmıştı. Neden mi? Çünkü Elizabeth hiç evlenmemiş, gelen evlilik teklifleri ve evlenmesi için yapılan baskılar cevapsız kalmıştı. “Ben bir Kraliçeyim, bir eş adayı değilim. Ben ülkemle evliyim.” diyordu. Daha da ileri giderek kendisiyle evlenmek isteyenlerle alay ediyordu.
Tek başına geçirdiği bunca yıla bir erkeğin bile yapamayacağı neler mi sığdırdı I. Elizabeth? Tahta çıktıktan sonra önce danışmanlarını seçti. İnce eleyip sık dokuyarak dönemin en iyi ve becerikli danışmanlarını yanına aldı ve onların çoğuyla hükümdarlığının sonuna kadar birlikte çalıştı. Danışmanlarını seçtikten sonra İngiltere’deki din sorununa çözüm aradı. Babası VIII. Henry’nin ülkeyi Katolik kilisesinin etkisinden çıkarıp Protestan yaptığından beri ülkede din tartışmaları durulmuyordu. Elizabeth, orta yolu bularak din reformunu ülkeye geri getirmeyi ve ne Katolik ne de aşırı Protestan bir İngiltere Kilisesi kurmayı tercih etti.
Uğraşması gereken bir başka sorun ise, ondan önceki dönemde kraliçenin izlediği politikalar yüzünden halkın hanedana olan sevgisinin azalmasıydı. Elizabeth cinsiyetini avantaja dönüştürdü. Ünlü tarihçi Christopher Haigh, bu durumu şöyle açıklayacaktı:
“Elizabeth tahtta Bakire Kraliçe, kiliseye karşı bir anne, soylularıyla birlikteyken bir teyze, danışmanları için dırdırcı bir eş ve maiyetindekilerin ayartıcısıydı.”
Halkına her zaman onlara özel bir sevgi duyduğunu hissettirmeyi başardı. Halka beslediği sevgi ile kendisini sevdirdi ve güvenlerini kazandı.
ALTIN ÇAĞ
Elizabeth’in döneminde İngiltere’nin hiç denizaşırı toprağı yoktu. Oysa diğer ülkeler denizaşırı ticaret ile zengin oluyorlardı. Bunun üzerine Elizabeth yeni ticaret yolları peşinde okyanuslara açıldı.
İngiltere tarihinde ilk defa, bir kaptan -Sir Francis Drake- dünyanın çevresini Elizabeth’in döneminde dolaştı. Kraliçenin emriyle oluşturulan donanmalar Güney ve Kuzey Amerika sahillerinde İspanyol hazine gemilerini yağmaladı. Kraliçe İspanya’nın Yenidünya’daki egemenliğini bitirmek için elinden geleni yaptı. Hak iddia ettiği bölgeye İngiltere Kraliçesi onuruna Virginia ismi verildi.
Yine Kraliçe Elizabeth döneminde İngiltere’de eğitim hareketi başladı. Okullarda verilen yeni ve kapsamlı eğitimle edebiyat ülke genelinde yaygınlaştırılmaya başlandı. Bu eğitimin yanına basım alanındaki yenilikler de gelince ülkede kültür reformu yaşandı. Şairler etkileyici soneler yazdı, bestekârlar büyüleyici müzikler besteledi, ressamlar kraliçe ile devlet büyüklerinin minyatürlerini yaptı… Bu dönemin en önemli edebiyatçısı ise kuşkusuz William Shakespeare’di.
Tüm bunları tüm ön yargılara, evlenmesi için yapılan baskılara, gerek cinsiyetinden gerekse dini inancından ötürü oluşan düşmanlıklara karşın gerçekleştiren, tarihe adını altın harflerle yazdıran Anne Boleyn’in kızının bir erkeğe olan ihtiyacı ancak bir balığın bir bisiklete olan ihtiyacı kadar olduğundan şüphe eden?