Tanıdık Biri

Yağmur Cihangir’in sokaklarını yavaşça ıslatırken her zaman yaptığım gibi kahvem elimde apartmanın merdivenlerinden iniyordum. Sabah uyandığımda havanın kapalı olmasından dolayı hala yatağa dönüp uyuma düşüncesi aklımdan çıkmıyordu. Ancak öyle istediğim her şey olmuyordu zaten, beni bekleyen okunması gereken raporlar ve geç kalındığı takdirde hesap verilmesi gereken bir patronum vardı. Apartmanın giriş kapısına geldiğimde dışarıda elinde köpek tasmasıyla bekleyen karşı komşumuz Seda beni karşıladı. Seda bu apartmana taşınalı sadece yedi ay olmuştu, benim karşı komşumdu. Tahminen benim yaşlarımda olan Seda çok güzel, çok kibar bir kızdı. Aslında birkaç kere konuşmuş olsam da onu hiç tanımıyordum, aramızda çok bir samimiyet yoktu. Çok içine kapanık, sessiz bir kızdı. Birkaç kere onu evime davet etsem de, hatta bir kere arkadaşlarımla verdiğim bir ev partisine de çağırmıştım, hiçbirine gelmemişti. Galiba eğlenmeyi bilmiyor diye düşünmüştüm. O kadar ses çıkarsam da bir kere bile şikayetçi olmamıştı. Üstelik onun evinden de hiç ses gelmezdi arada olan minik köpeğinin havlamaları dışında.

Apartmanın girişinde dışarıda bekleyen Seda beni görünce hemen toparlandı ve bana selam verdi. Beni gördüğüne şaşırmış gibiydi. Bu yağmurda niye dışarıda beklediğini sorunca taksi beklediğini, birazdan bir iş görüşmesine gideceğini söyledi. Sahi bu kız ne iş yapıyordu, neyle geçiniyordu bir kere bile sormamıştım ama bunları sormanın bir anlamı yoktu; nasıl olsa beni ilgilendirmezdi başkasının ne ile uğraştığı. Daha fazla lafı uzatmadan işe geç kalmamak için hemen yoluma devam ettim. İş yerimin yakın olmasından dolayı yürümeye başladım. Her gün aynı saatte aynı yoldan geçsem de kendimi bildiğimden beri Cihangir’i hep çok sevmiştim. Her defa aynı yolu yürüdüğümde sanki ilk defa görüyor olmanın mutluluğu oluyordu üzerimde. Her seferinde başka güzel detayları fark edip biraz daha kendimi kaptırıyordum bu eski semte.

Yoğun bir iş günü ardından akşam eve vardım. Evimin kapısını açarken Seda’nın kapısındaki eşyalar çekti dikkatimi. Kapının önünde gelişigüzel atılmış bir sürü eşya vardı. Kağıtlar, eski biblolar,hatta kıyafetler… İlk başta görünce taşındığını düşündüm çünkü eşyalar öyle az uz değildi. Sanki birinin anı olarak saklayacağı bir sürü değerli küçük küçük eşyalar gibi görünüyordu. Eşyalara bakmayı kesip içeri girdim, üstümü değiştirmiştim; tam yiyecek bir şeyler alıp keyifli keyifli film izleyecekken bir ses duydum: şiddetli bir ağlama sesi. Başta sesin televizyondan falan geldiğini düşünsem de hayır, bu ses tanıdık bir sesti. Hatta bu ses yedi aydır evinden hiç gelmeyen Seda’ya aitti. Başta çok üzerinde durmasam da bu ses gittikçe şiddetlendi. Sanki bu kız yıllardır ağlamıyordu da içindeki tüm birikenleri şimdi atıyordu. Biraz daha bekledim ama her şey daha kötüye gidiyordu, kıza bir şey olmuş olmasından korkup kapısını çaldım. Kapıyı gülümseyerek açan Seda’nın yüzünde tebessüm olsa da kızarmış ve şişmiş ıslak göz altları tezimi doğruluyordu. Şimdi ne diyecektim ki ‘’Evden ağlama sesi duydum da meraklı bir insan olduğum için sana bakmaya geldim mi?’’. Niye gitmiştim ki sanki beni ilgilendiriyormuş gibi. Seda, ne diyeceğimi bilemediğimi anlamış olacak ki ‘’Çok ses yaptım.’’ demi diyerek beni o an o yükten kurtardı ama sonrasında karşımda oracıkta hüngür hüngür ağlamaya başladı hıçkırarak. Ağzından zorla iki kelime lafı ancak işittiğimiz Seda avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Ne yapacağımı bilemedim sarıldım ona. O da karşılık olarak bana öyle sımsıkı sarılmıştı ki sanki onu bırakacağımdan korkuyordu. Bizim eve aldım hemen onu, bir bardak su verdim ona. Sonrasında o merak ettiğim soruyu sordum: Ne oldu, iyi misin? Aslında bu basit soru öyle bir anahtardı ki o an’’ Girilmez!’’ yazan bir kapıyı ardına kadar açmış bulunmuştum: Seda’nın kalbini.

Seda bu sorumu cevaplamaktan kaçınmadı, hatta tam tersine içini birilerine döktüğünden mutluydu galiba. Anlatmaya başladı, dinledikçe dinledim. Kalktığında saat gece 01.00’a geliyordu. O kadar çok konuşmuştuk ki, daha doğrusu o anlatmıştı, zaman akıvermişti. O anlatırken ben ise duyduklarım karşısında hiçbir şey diyemeyip saçma sapan teselli cümleleriyle karşılık vermiştim. Evimden çıktığında oturup ağlamaya başladım: Ona hiçbir destekte bulunamadığım için, aslında hayatımın kıymetini bilmediğim için, onun bu kadar şey çekmiş olduğunu bilmeyip de ona daha önce yardım edemediğim için, onun içine kapanıklığını sadece basit bir utangaçlık olarak gördüğüm için… Seda o gün bana içini açmıştı. Kendini anlatmıştı, çevresindeki olayları anlatmıştı. Seda doğduğunda babası, annesi ve onu terk etmişti. Annesi de onu doğurduktan çok kısa bir süre sonra ölmüş, bu yüzden de Seda kimsesiz büyümüştü. Seda tahmin ettiğim gibi benim yaşlarımdaydı. Daha sadece on sekiz yaşındayken, benim en eğlenceli senelerimde,  kimse ona sahip çıkmadığı için çaresiz kalıp evlenmişti. Okuyamamıştı da ama yaptığı mecburi, mutsuz evlilikten sonra boşanıp hayatında kendi için bir şeyler yapmak amacıyla çok çalışıp üniversiteyi kazanmıştı. Üniversiteyi başarıyla bitirmişti, para kazanıyordu; ancak Seda hiçbir zaman birini alamamıştı hayatına. Ailesinden kimsesi yoktu, arkadaşı da yoktu çünkü o yaşıtları üniversiteye giderken çoktan olgun bir kadın olmuş evlenmişti. O kendi kendisine aile, arkadaş, sevgili olmuştu. Zaten bütün bu şeylere yetişmeye çalışırken karşısına doğru insanlar çıkmamış ve yeni insanlarla tanışamamıştı. O gün de doğum gününün olduğunu öğrendim, kapıdaki eşyaların da geçmişinden kalan tüm eşyalar olduğunu…  Hepsinden kurtulmak istemiş atıp ki artık yeni bir hayata başlayabilsin, doğum gününü yalnız başına kutlamadığı; sevdiklerinin olduğu…

(Visited 24 times, 1 visits today)