Yeni satın aldığım oyunu evime götürürken oldukça heyecanlıydım. Bu oyunun son teknoloji olduğunu söylemişti orada çalışan görevli. Meraklı bir insanım ve denemekten zarar gelmez diye düşündüğüm için oyunu aldım. Aslında sadece dışarı markete veya oyun almak için çıkıyorum. Benim bütün hayatım oyunlarım ve kitaplarım. Etrafımda çok insan yok ama olanlar da sosyalleşmem, dışarı çıkıp arkadaşlarımla vakit geçirmem gerektiğini söylüyorlar. Açıkçası bunların hiçbirini yapmadım ve halimden de gayet memnunum. Yalnızlık çekmiyorum, aksine beni hayatta tutan o bilgisayar oyunları.
Bunları düşünürken evime çoktan gelmiştim bile, hiç vakit kaybetmeden binadan içeri girdiğim gibi sağdaki eskimiş kapıya doğru yöneldim. Giriş katında oturuyorum çünkü apartmanda asansör yok ve merdiven çıkmak için de çok üşengecim. Kapıyı açıp montumu astım ve her yeri kitaplarla bezenmiş kutu gibi odama yöneldim. Oyunu yerine dikkatlice yerleştirerek bilgisayarı açtım ve yüklenmesini beklerken kendime kahve yapmaya karar verdim. Sıcak kahveden bir yudum aldığım anda içimin ısındığını hissettim. Havalar bugünlerde soğumuştu, bu yüzden boğazımda dolaşan sıcak kahve iyi gelmişti.
Odama geri döndüm ve yüklenen oyunu mutlu ve heyecanlı bir şekilde açtım. İlk bölüm çok kısaydı, ikinci bölüm ise en azından biraz daha detaylıydı. Hikâye bir arenada geçiyor. Savaşçılar var, her bölümü geçmek için rakiplerinle dövüşmen ve arkadaşlarını koruman gerekiyor. Ana karakterler de birbiriyle böyle tanışıyorlar, her savaşta yakınlaştıkça birbirlerine âşık oluyorlar. Ama daha sonra ne olduğunu bilmiyorum çünkü daha o bölümlere geçmedim. Günü 19. Bölüme gelerek bitirmiştim Oyun ise 24 bölümden oluşuyordu. Ancak her bölüm bir önceki bölümden daha detaylı ve karışık oluyordu. Kahve gerçekten işe yaramıştı sanırım. Yaklaşık 12 saattir masamın başından kalkmamıştım, bir gram uykum bile gelmemişti. Neredeyse sabah oluyordu. Bir iki saat dinlendikten sonra devam ederim diye düşünürken bir bildirim geldi, hala bölümü tamamlamamışım gibi görünüyordu.
Merakla oyuna tekrar girip etrafa biraz daha bakındım ama tamamlamadığım bir kısım yoktu. Tam bunları düşünürken daha önce hiç görmediğim bir kapı gördüm. Üzerinde gösterişli bir biçimde “Girilmez!” yazıyordu. Dikkatsizliğimden kaynaklanıyordu sanırım yoksa bu kadar süslü bir yazıyı görmemem mümkün değildi. Fakat oyundan bölümü bitirmeden çıkamazdım. Ayrıca meraklı biri olduğumu söylemiştim bu nedenle tereddütle “Girilmez!” yazan kapıyı ardına kadar açmış bulundum. Birden etraf saf beyaz ışığa dönüştü. Ekrandan bir güç beni hızlıca içine çekti.
Gözlerimi açtığım an bir karaltı bana yaklaştı, ayaklarımdaki kumu hissedebiliyordum. Simsiyah parlak ve dalgalı saçları ile uyumlu yemyeşil gözlere sahip biri bana bakıyordu. Neredeydim ve neden her şey bu kadar parlaktı. Yaklaşık 2 dakika boyunca bakıştık gibime geliyor ki artık konuşmam gerektiğini akıl edebilmiştim. “Neredeyim ben…” deyip ayağa kalkmaya çalıştım ama vücudum normal kilomdan 2 kat daha ağırdı sanki. İlk geldiğimde rüyadayım sanmıştım ama hayatımda hiç bu kadar gerçekçi bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Ayrıca aklım yerine gelmeye başlıyor ve buraya nasıl geldiğimi bilmesem de neresi olduğunu kavramaya başlıyorum. “20. bölüme hoş geldin, bugün ki bölümde savaşacağımız…..” o konuşmaya devam ediyordu ama benim beynim bazı şeyleri hala algılayamıyordu. Ben oyunun içine mi girmiştim? Bana garip ve parlak gelen o nesneler aslında oyunun bir parçası, bir rüya değil, bu bir kabus mu? Hayır sanmıyorum, kendi yarattığım karakterin bedeninde, onun dış görünüşüyleyim. Herkes tarafından dışlanan biri değilim, faturamı ödememe gerek yok, insanları görmeme gerek yok yapmam gereken tek şey bölümleri geçmek.
“Bölümün kurallarına geçiyorum. Altınları topla, rakibinin etkisiz hale geldiğinden emin olduktan sonra kaydet tuşuna basmayı unutma yoksa her şey sıfırlanır ve sakın ölme. 3 canın var eğer burada ölürsen gerçek hayatta da ölürsün.” Bekle, ne! Ne demek bu, eğer burada ölürsem geçek hayatta da mı ölürüm? Az önce düşündüğüm her şeyi sil, burada kalamam ya ölürsem, peki o zaman ne olacak buradan nasıl çıkacağım ben.” buradan çıkmak istiyorsan son bölümü geçmen gerek, o bölümü şimdiye kadar geçebilen olmadı.” Ardından kıkırdayarak beni bileğimden tuttu ve kocaman bir kapının içinden geçirdi. Etrafta bir sürü izleyici vardı. Rengarenk bayraklar, tezahürat yapan bir sürü değişik yaratık, koca koca davullar ve kocaman şaşalı bir kum saati.
Haykırışlar, çığırışlar ile birlikte geçitten geçtik. Etraf kumla doluydu. Her adım attığımda aklımı kaçırıyordum, buraya nasıl geldim, nasıl geri döneceğim, rüya değil de ne? En sonunda heybetli, iri yarı bir adam herkesi susturdu ve anlamadığım bir dilde bağırdı. Önümüzde duran kapılar yavaşça yok olurken bir an gözüme çarptı nerede olduğum. Şu ana kadar aklım tamamen boştu ama birden kendime gelmiş gibi hissettim. Bu bölümde tek gözlü bir devle savaşacaktık. Her bölümün kendi savaşçısı ve yaratıkları vardı. Dev, sahanın ortasına koca bir adım attı. Nutkum tutulmuştu. Bilgisayarda oynarken o kadar gerçekçi gelmiyordu ve bu yüzden korkmuyordum ama şimdi…
Eğer 3 canım biterse ölürüm ve gerçek hayata bir daha dönemem. Bir düdük sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Savaş başlıyordu ve hayatta kalmak istiyorsam dikkatsizce hareket etmemeli ve arkadaşlarımı korumalıydım.
Savaş başlayalı uzun zaman olmamıştı bile ama grup arkadaşlarımın yarısından fazlası ölmüştü. Sadece siyah dalgalı saçlı ve yeşil saçlı bir çocuk kalmıştı ve bir de ben. Şimdiden 2 canımı kaybetmişken kazanma şansım fazlasıyla azalmıştı. Son umudumu da yitirecekken biri yardımıma koşmuş ve kendi canı pahasına beni kurtarmıştı. Yeşil saçlı çocuk aramızdan ayrılırken artık son noktayı koyma vaktiydi. Devi yenmek için toplanıp hızlıca bir plan yaptık. Herkes üstüne düşeni yapıyordu. En sonunda devin kafasını karıştırmayı başarabildik ve onu yere devirdik. Etrafa saçılan kumdan dolayı oluşan rüzgâr gözlerimi kamaştırıyordu, kapanmamak için direnseler bile karanlığa büründüler.
Gözlerimi açtığımdan beri 3 bölüm atlatmıştık, bu ortamda o kadar çok vakit geçirmiştim ki sanki artık onlardan biri gibiydim. Buraya hapsolmuştum ve çıkmak için son bölümü geçmem gerekiyordu. Açıkçası bu sanal ortama çok alışmıştım, bu beni korkutmuyor değildi. Güneş battığında son bölüme geçecektik fakat siyah dalgalı saçlı etrafta gözükmüyordu, 23. Bölümü geçtiğimizden beri. Onsuz en zor bölüm olan 24. Bölümü geçmem mümkün değildi. Güneş batmaya başlarken içimi bir korku sardı, bir şeyler yanlıştı. Arenada değildim, seyirciler yoktu ve dört bir yanımdan camdan duvarlar yükseliyordu. Kalbim hızla atarken etrafa bakındım fakat siyah saçlıdan haber yoktu. Aklımda düşünceler birbiri ardına sıralanırken karşıdan açılan bir kapı ile oraya doğru döndüm.
Sonunda onu görebilmiştim. Siyah dalgalı saçlı, iri vücudu ile tam önümde durdu. Yüzünde bir duygu belirtisi yoktu ve sadece gözlerimin içine bakıyordu. Yemyeşil gözleri kan kırmızısına dönmüştü. Şimdi de aklıma bir soru takılmıştı. O neden rakip savaşçının kapısından çıkmıştı? Bekle yoksa! Anında kıpkırmızı gözlerinde bir duygu gördüm. Nefret. Ondan hızlıca uzaklaşırken düşünebildiğim tek şey nasıl ve nedendi. Biri tarafından kontrol ediliyor gibiydi. Hareketleri çok çevik değildi ama çok kuvvetliydi. Ben geri çekildikçe daha çok üstüme geliyor ve güçlü bir şekilde tekmelerini üzerime sallıyordu. Kaçmaktan yorulmuştum fakat o yorulmuş gibi gözükmüyordu, onunla aynı tarafta o kadar savaşmıştım ki yaşadıklarım ağır geliyordu. Bu oyunun olayı buydu işte, birlikte o kadar vakit geçirdikten sonra karşıma düşmanımın ta kendisi olarak çıkıyordu.
Ona zarar vermek istemiyordum ama ona karşılık vermezsem ölecektim. Cesaretimi toplayıp karşı savunmaya geçtim. Başından beri benimleydi ama bir o kadarda değildi. Yanaklarımdan akan tuzlu su ile kendi savaşıma devam ettim. 1 canım kalana kadar karşılık veremedim ancak burada ölemem, son bölüme kadar geldim ve geri dönemem. Beni omzumdan yaraladı, tam o sırada yanımda bulunan bir kılıç gözüme ilişti. Yaralı kolumla uzanmaya çalışırken benden uzaklaştı ve üzerime doğru koşmaya başladı. Hızla kılıcı aldım ve karnına sapladım. Gözlerindeki kırmızı ışık yavaşça solarken ellerimden kayan kılıç ile dizlerimin üzerine düştüm. Adım sesleri bana doğru yaklaştı, kulağıma doğru eğildi ve fısıldadı” Unut.” duyduğum ile yere yığılırken demek buymuş dedim, peki bu ne içindi, o girilmez yazısı ne içindi, ben neler yaşadım? Anılarım gözümün önünden geçerken sonlara doğru silikleşti ve kendini gri bir toz bulutuna bıraktı.
Uyandığımda odamdaydım. Bugün yeni oyun alacaktım ama hastalandığım için gitmemeye karar vermiştim. Son teknoloji bir oyun çıkmış diyorlardı. Umarım ben iyileşene kadar stokları tükenmezdi. Savaş oyunları arasında adı geçen bir oyundu. Bunları daha sonra düşünmeye karar verip açtığım gözlerimi tekrar kapattım. Bir daha açılmayacağını bilmeyerek.