Yine her zamanki gibi uyandım ,elimi yüzümü yıkadım ; belki de bu son normal geçen günüm olacaktı ama ben bunu o an bilemezdim .Yine normal olarak okula gittim, derslere girdim ve malum evime döndüm .Ama her ne kadar o günüm normal geçse de içimde ki o huzursuzluk bana engel oluyordu yorgunluktandır dedim yemeğimi yiyip yattım. Sabah başka bir yerde uyandım burası tamamen farklı bir yerdi dört duvarlar arasında olan sanki kasırgalı bir havada gökyüzünde kavga edercesine gürüldeyen o gri bulutların rengiyle kaplı odamdan tamamen bağımsızdı. daha çok burası bir gecekondu gibiydi sahibi çok da varlıklı değildi anlaşılan. Etrafıma baktım bir tas su iki parça pamuktan yapılmış havlu tarzı bir cisim (peşkir) ve bir çorba vardı çok aç olduğum için çorbayı kıtlıktan çıkarcasına içtim dışarda garip sesler vardı :silah sesleri, protestoya benzer konuşmalar, bebek ağlamaları… odaya bir kadın girdi muhtemelen 35-40 yaşlarında başı örtülü herhalde 3 çocuklu bir anne idi
bunun sebebi başka odadan gelen 2 çocuk sesi ve kadının elinde olan bebek örtüsü tarzı eşarptan anlaşılıyordu. kadının solmuş yüzünü ve güçsüz dişlerinden de pekala anlaşılıyordu. -ki normalde hamilelik sırasında kadınlarda diş problemleri oluşabilir- Kadın telaşlı bir tebessümle bana baktı yanıma geldi kim olduğumu nerden geldiğimi sordu ama nedense konuşma tarzı normal Türkçeden çok farklıydı.
Az biraz söylediklerini anlayabildim ama omuz silkip gözlerimi şaşırma tarzında açmakla yetindim .Teşekkür edip dışarı çıktım, ilerde sağda masa başında bir adam ve önünde uzun bir sıra vardı. Konuşmalardan anladığıma göre orduya kayıt yapılıyordu ki bunu anlamak zor değildi masa başındaki askerin yanında iki tane daha asker duruyordu ve sırada işini bitirenlerin bazılarına tüfek tarzı silahlar veriliyordu. Etrafta bir sürü küçük çocuk vardı yanılmıyorsam 7-8 yaşlarında. sanki hiç kimse belli etmiyordu ama ortamdaki hava umutsuzluk ve çaresizlik içindeydi .Herkes tetikte kaos öncesi şeytanın daha ana yemeğine geçmemiş olduğu bir sahne ölüp de ölmemenin kanlı canlı versiyonu. Beni bir adam sürükledi sıranın başına ittirdi ne yapacağımı şaşırdım masanın başındaki adam yine gecekondudaki kadın gibi anlamadığım şeyler söyledi ama anlaşılan ismimi ve nereden geldiğimi soruyordu bir iki kelime söyledim ama nafile beni diğer çocukların yanına aldı ve bizi bir at arabasında bindirdiler ardından yola koyulduk .Telaş içindeydim korkuyordum ne de olsa daha 14 yaşında bir çocuktum daha dün evimde yatarken şimdi sanki bir zaman makinesiyle geçmişe gitmiş gibiydim.
Geldiğimiz yeri bir anda anladım: Çanakkale
Cepheye geldik, bize eski tarz tüfeklerden verdiler cepheye gelmeden tepede bir asker görmüştüm. Mavi gözleri bin fersahtan da belli olurdu kafasına taktığı kask yeni işlenmiş bir altın misali saçlarını engelleyemiyordu.
silahları aldık üstümüze birkaç kıyafet verdiler dışarı çıktık bizi cepheye yerleştirdiler bir anda silah sesleri yükseldi dehşet verici bir manzara mahşer yeri gibi bir kalabalık etraftan gelen ”Allah Allah” sesleri imkansız derecede olan iki merminin çarpışıp çıkardığı ses iki cephe birbirine o kadar yakındı ki insanın korkmaması ne mümkün hepimiz silahlarımızı aldık korkuyla birer el sıktık ve tam o sırada karşı cephede bir asker düştü bir insan öldürmüştüm! Bir insan! Etrafımdaki askerler birden ayağa kalktı. Ne olup bittiğini anlamadan koşmaya başladılar. Bir asker düştü baktım bir elinde Türk bayrağı diğer elinde tüfek yanında koştum sanki ölümden kaçıyordum etrafımdan değil santim milimetre uzaklığında mermiler geçiyordu eğildim, adam ölmemişti o anda bir bacağımdan bir de omzumdan bir şey geçti. nutkum tutuldu konuşamıyor, göremiyor, duyamıyordum yere yayıldım gözlerimi zar zor açtım o an bir mucize oldu sanki; bir el omzuma dokundu ve başardık evlat kazandık dedi bu yanımda yatan askerin son sözleriydi. elinde dimdik duran Türk bayrağına son bir bakış atıp ellerimle destek verdim ve son sözlerim ”biliyorum ağabey biliyorum” idi.