Bu hikâye bin dokuyuz doksanlı yıllarda geçiyor. Bir çiftlikte yaşayan bu ailede anne ve babasıyla yaşayan iki kız vardı. Bu kızlar kardeşti ama ikisi çok iyi arkadaştı. Her şeyi birlikte yapar ve tüm günü birlikte geçiriyorlardı. Tabi çiftlikte yaşadıkları için çok çalışıyorlardı. Her gün tavukları besliyorlardı ve babalarına yardım ediyorlardı. Küçük kız 12 ve onun ablası 14 yaşındaydı. Ablası daha büyük olduğu için biraz daha çalışıyordu ama aralarında çok büyük bir fark yoktu.Bir gün birbirleriyle oynarken kız ormana gitmeyi önerdi. Ablası bu fikirden çok hoşlanmadı çünkü ormanın tehlikeli olabileceğini biliyordu ama içindeki merak fazla güçlüydü. Kardeşi ısrarla çağırdıktan sonra ormana gitmeyi kabul etti. Orman inanılmaz güzeldi ve oradaki hayvanlarda çok enteresandı. Bir saat boyunca orada oynadılar. Tırmanabildikleri her ağaca tırmandılar. Birbirleriyle oynarken kızın ablası uzakta bir ses duydu ve kıza haber verdi. Kız bir şey değildir deyip oynamaya devam etti ama ablası ne olduğunu görmek istedi. Sesin çalıdan geldiğini fark etti ve ona doğru yavaşça yürümeye başladı. Birden çalıdan kocaman ve vahşi bir ayı çıktı.
Kızın ablası korkup koşmaya başladı. Kıza kaçması için bağırdı. İkisi de kaçmaya başladı. Kız ormandan çıkmayı becerdi ama ablasını göremedi. “Abla neredesin?” diye bağırdı. Hiçbir cevap alamadı. Bunun üzerine kız ormana ablasını bulabilmek için geri girdi. Bir süre etrafa baktıktan sonra yerde ablasını buldu. Ablasının ayağı çok fena yaralanmıştı ve yürüyemiyordu. Kız ağlamaya başladı. “Seni buradan çıkarmalıyım!“ dedi, kız. Yerde yatan ablası “sakın üzülme, bu senin suçun değildi.” dedi. Kız hemen eve dönüp annesini çağırdı ama ormana geri döndüğünde çok geçti. Ablası yaşama veda etmişti. İki hafta sonra bir cenaze düzenlediler. Böyle bir olaydan sonra artık o evde yaşayamazlardı o yüzden şehire taşınmaya karar verdiler. Tüm aile depresyona girmişti. Kız ablasının ölmesinin kendisinin suçu olduğunu düşünüyordu ve kendini asla affedemezdi.
Artık yeni bir yerde yaşıyordu ve orada okula gitmesi gerekiyordu. Kız yedinci sınıfa başlamıştı ama kimseye ablasının vefat etiğini veya nasıl vefat etiğini söylemedi. Aradan birkaç yıl geçti ve kız çalışmaya başlamış, kendi evine taşınmştı. O artık bir yazardı. Bir gün annesinin evine giderken yolda ona bir kadın geldi. Kadının hiç parası veya evi yoktu. O yüzden kızdan kendisine yemek alabilmek için para istedi. Kızın çok parası yoktu hatta nerdeyse hiç parası yoktu ama kadının daha kötü bir durumda olduğunu anladı. Bunun üzerine kadına parayı verdi. Ama bu kadın bir dilenci değildi o bir cadıydı ve kız zor bir durumda olmasına rağmen parasını ona verdiği için kıza ondan herhangi bir şey dilemesini istedi. Kız hâlâ ablasının vefat etmesinden sorumlu olduğunu düşündüğü için onu ölümden getirmeyi diledi. Bunun üzerine cadı kıza bir büyü tarifi verdi ve birden ortadan kayboldu. Kız elindeki tarifteki her şeyi alıp ablasının mezarına gitti. O mezara çocukluğundan beri gitmemişti. Ablasının mezarının üstünde durup kendi yaptığı iksiri döktü ve beş dakika bekledi. İşe yaramadığını sanan kız yere oturup ağlamaya başladı. Sonra bir mucize oldu. Bir el usulca omzuna dokundu. Kızın ablasıydı ama bir hayaletti. Kız ilk başta çok sevindi. Artık mutluluktan ağlıyordu. Bir süre sonra ablasının hayalet olduğunu anladı. Yine de çok mutluydu. Sonunda ablasını ölümden getirmişti, en azından öyle düşünüyordu. Ablası kıza ölmesinin onun suçu olmadığını ama hayatta yalnız kalmasının kızın suçu olduğunu söyledi. Gerçekten de kız ablasına yas tutmaktan hiç sosyal ilişki kurmadığını fark etti. Ama ablasının hayaletler dünyasına geri dönmesi gerekiyordu. Yine de kız mutluydu ve mezarlıktan çıkarken cadıyı gördü. Cadı kıza gülümsedikten sonra birden yok oldu. Kız artık kendini suçlamıyordu ve hayatını özgürce yaşamaya devam etti.